BİR TAŞ ATMAYI GÖR (1)
Geçen haftaki, “Çocukluğum Geldi Aklıma” adlı yazımı Fesbukta paylaşınca, okuyan arkadaşlardan güzel yorumlar geldi.
Anlaşılan yazıyı okuyunca onlar da o günlere geri gitmişlerdi.
İlk dikkatimi çeken, değerli abim Burhan Memioğlu’nun yorumu oldu.
O dönemki asker öğretmenler için, “Benim pişti, oyun arkadaşlarımdı.
Çok güzel (günler) geçirdik onların yedek subaylığı bitene kadar.
İyi insanlardı”, diye yazmış.
Burhan abinin oyun arkadaşlarım dediği asker öğretmenler, Panayot Dabana(İkinci sınıf öğretmenim), Apostolos İpsama, Kostantin Tarakçı(Üçüncü sınıf öğretmenim) ve Can Ceylanoğlu(Renkli uçurtma yapıp uçurduğunu anımsıyorum) idi.
O zamanlar öğretmenler, biz öğrencilerin gözünde çok kutsal varlıklardı.
Burhan abi yazmamış olsa, o öğretmenlerin kahvede oyun oynadıklarına ihtimal vermezdim.
Demek onlar da emilerimiz, dayılarımız gibi kahveye, şuraya buraya giden normal insanlarmış….
Okuduklarından Memnune Pirgaipoğlu öğretmenim de etkilenmiş olacak ki o da yorumlarıyla katkıda bulunmuş.
Yaptığı yorumda, “O öğretmenlerden bir diğeri de Apastolos İpsoma idi. O da benim öğretmenimdi.
Ondan insanlık dersi almıştık.
Sizin öğretmeninizin soyadını Tarakçı(Ben Tarancı yazmıştım. Ş. Ç. )
olarak hatırlıyorum.
Onlar, Yunan asıllı olduklarından, silah altına alınmıyorlarmış, diye biliyordum.
Görele’de de arkadaşları vardı.
Hocagilin otelinde kalır, bizim fırından yerlerdi çoğu zaman.
O öğretmenimi hiç unutmadım, sanırım sınıfımızda ki arkadaşlarım da unutmamıştır” demiş.
Memnune öğretmenimin yazdıklarını okuyunca, o eski günlere bir daha geri gittim.
Yorumunda sözünü ettiği, Dedeli Fırını ve Hoca’nın Kahvesi o zamanların Eynesil’inin çok bilinen yerlerindendi…
Çok anılarımız vardır.
En çok anımsadığım şey ise, Sinamacı Ataman ‘ın, haftada bir gün, Hoca’ nın Kahvesi’nde filim oynatmasıdır…
Acaba o günleri gerçekten yaşamış mıydık?
Bugün için hayal gibi geliyor…
İlk izlediğim filim, yanılmıyorsam, Fikret Hakan’ın başrol oynadığı, Köroğlu Filmi’dir…
Memnune öğretmenim yorumunun bir yerinde, “Onlar, Yunan asıllı olduklarından, silah altına alınmıyorlarmış, diye biliyordum” diye yazmış.
O zamanlar öyle denilse de bu denilenlerin doğru olduğuna inanmıyorum.
Öyle olsa devlet, askere almadığı kişilere, ülkenin geleceği olan öğrencilerini teslim eder miydi?
Hiç sanmam…
O zamanlar kafaları karıştırmak için, ortaya atılmış boş bir iddia işte…
İlginç bir yorum da Memnune öğretmenimin yorumunu okuyan Abdullah Keskin öğretmenim yapmış.
Benimle ilgili olduğu için, paylaşıp paylaşmama konusunda tereddüt ettimse de sonunda paylaşmaya karar verdim.
Okuyalım:
” Memnune Pirgayipoğlu, yaklaşık 63 yıl öncesine götürdüğün o günleri anımsattığın için teşekkürler…
Bugünden baktığımda, çok değerli bir öğretmen ve insandı…
Şükrü, ortaokul ve öğretmen okulu yıllarından bu yana, çok değer verdiğim, nitelikli bir kişiliğe sahip…
Çok zeki ve başarılı idi.
Kısa yoldan meslek sahibi olmak için, öğretmen olma kervanına katıldı…
İyi bir matematik ve fen bilimleri zekasına sahip olduğundan (sonradan edebiyata da dalış yaptı ama…), çok başarılı bir mühendis olabilirdi…
Sağlıklı günler dileğiyle… ”
Güzel cümleler değil mi?
Abdullah öğretmenimin, benimle ilgili içinden geçenleri yazdığı bu güzel cümlelere ancak teşekkür edilir.
Değerli öğretmenimin dediği gibi Mühendis, doktor filan olabilirdim ama ben öğretmen olmaya, daha çocukken karar vermiştim.
Bu kararı nasıl verdiğimi de geçen haftaki yazımda, “Üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtiğim yaz tatilinde ise, her nedense, öğretmen olmaya karar verdim.
Pilotluk ikinci sıraya düşmüştü…
Bu kararı vermemin nedeni, sanırım üçüncü sınıf öğretmenimiz Kostantin Tarancı olmalı…” cümleleriyle açıklamıştım.
Öğretmenlik mesleği eski itibarını kaybetmiş gözükse de, dünyaya yeniden gelecek olsam, yine de öğretmenlik mesleğini seçerdim, diye düşünüyorum.