FOL FOLLUK FOLLAK
Bu üç sözcüğün anlamını bilmez yeni yetmeler. Nerden bilsinler! Onlar, elli – altmış yıl önce bizler gibi kırsalda yaşamadılar ki… Sabah horoz sesiyle uyanmadılar ki… İnek sağan, yayık yayan anaları görmediler ki… Kol gücü ile ileri geri hareket ettirilerek yayılan yayıklardan çıkan ritmik tok seste aşgananın huzurunu, sıcaklığını duyumsamadılar ki… Sinisinde çökelek, pekmez, follak yumurta bulunan yer sofralarına ailece oturup tavşankanı çayları yudumlayıp kuzinede pişen somun ekmeğine yayıktan çıkan tereyağını sürerek yemediler ki…
Çocukluk ve delikanlılık yıllarımızda güne yer sofrası ile başlardık, her sabah; gün batımını yine yer sofrasında karşılardık. Bereketli, neşeli, huzurlu, duygulu olurdu sofralarımız… Artık köylerimiz de zamana ayak uydurdu. Kent kültürü mart sisi gibi adım adım kırsala, mahallelerimize, evlerimize yayıldı; bir daha çekilmedi… Köy kültürümüz, üzerine çöken kirli-beyaz sisin altında eridi, bitti…
Çocukluk yıllarımda, kahvaltı sonrası dedeler girebi ile çıt çıt odun keserdi; neneler bir goşama (avuç) darı ile dışarı çıkıp “cübili, çübili, cübili bili…” diyerek tavukları harmana çağırırdı. Bu sese alışkın tavuklar birbiriyle yarışırcasına nenenin ayakların dibinde biterdi. Horoz bir kahraman edasıyla kanatlarını açıp kapatarak tavukları denetimi altına almaya çabalarken nene avcundaki darıları saçardı… Yere düşen darılar birkaç saniyede gaga darbeleri ile kursaklara inerdi… Ardından yan yan giden fiyakalı horozun gözetiminde dağılırlardı bahçeye, tarlaya… Tavuklar toprağı dörüp (eşeleyip) yiyecek ararken horoz boynunu uzatarak sık sık öterdi…
Yeni yetmelerin bilmediği bu üç sözcük, bahar ve yazın her gün, güzün gün aşırı yumurtlayan tavuklarla ilgili. Önce follukla başlarsak sırayla fol ve follak sözcüklerini daha iyi anlatabiliriz. Sabahları yumurtlamak için folluğa giderdi tavuklar. Yıpranmış eski bir harar ya da şelek içine kuru güllük konularak hazırlanan yumurtlama yerine folluk denirdi. Folluklar tamda ya da ahırda yüksekçe bir yere konulurdu. Yerle bağlantısı, iskele görünümlü gelişigüzel bir dalla sağlanırdı. İçinde daima bayat bir yumurta bulunurdu, follukların. Bu yumurtanın adı foldu. Tavuk iskeleden usul usul çıkar, yumurtanın üstüne çöker, beklerdi. Üç beş dakika sonra yumurtlayan tavuk gıdaklayarak folluktan çıkar, diğer tavukların yanına giderdi. Ardından diğer tavuklar sırasıyla folluğa yatar, folluktan çıkardı… Öğlene doğru follukta taptaze yumurtalar… Bir Trabzon türküsünde geçer, fol.
Gittim dere yukarı
Buldum kuşun folini
Pencereden aşağı
Ver boncuklu koluni…
Türküde, kuşun yuvasında bulunan yumurta anlamındadır, fol. Her ne kadar kuş yuvasında bulunan yumurta anlamında kullanılsa da gerçekte tavukların yumurtladığı folluktaki bayat yumurta anlamındadır, bu sözcük. Yine Trabzon yöresine ait hareketli bir türkünün sözlerinde geçer, fol sözcüğü.
Aldum pazardan tarak saçumi tarayirum
Kızlar beni sorarsa kuş foli arayirum
Kuş foli koma foli toli yağayi toli
Sevdaluğun yuzinden hepten şaşurduk yoli
Follak nedir? Eski yıllarda suda haşlanan yumurtaya follak denilirdi. Şimdilerde rafadan ya da haşlanmış yumurta deniliyor. Kabuğundan soyulup sofralarda yerini alan rafadan yumurtalarda ne eski yumurtaların tadı, lezzeti var ne sarısının kırmızıya çalan rengi ne de kokusu… Bunlar çiftliklerde ilaçlı yemle beslenen tavukların yumurtaları. Pazarlarda çığırtkanlar “gezen tavuk yumurtası” diye bağırıyor; raflarda yumurta paketlerinin üzerindeki etiketlerde “çiftlik yumurtası” damgası var… Bazen çığırtkanlara “diğerleri gezmeyen tavuk yumurtası mı?” diye takılıyorum. Onlar da işin farkında, gülümsüyorlar… Ayrıca bir de “organik yumurta” modası çıktı. Bu etiket altında satılan yumurtalar diğerlerine göre daha pahalı.
Pazarlarda, marketlerde “organik yumurta” damgası ile satışa sunulan ya da “gezen tavuk yumurtası” diye pazarlanan yumurtalar gerçekten öyle mi? Benim kafamda daima soru işaret oluşuyor. Çocukluk ve delikanlılık yıllarımda folluktan alıp yediğimiz yumurtalar nerde, şimdikiler nerde? Haksızlık etmeyelim. Hepsini tavuklar yumurtluyor. Bundan hiç kuşku yok. Eski yıllarda gezen tavuk yumurtası ya da organik yumurta diye bir söylem yoktu. Tavuklar doğal ortamda yani tarlada, bahçede beslenir; doğal ortamda yumurtlardı. Sarısı kırmızıya yakındı yumurtaların, beyazı kar rengindeydi. Bakır tavalarda eritilen bol tereyağında pişirilirdi. Lezzetliydi, iştah açıcıydı, doyurucuydu. Öyle çatalla değil ekmek bandırılarak elle yenilirdi. Kokusu mahalleye yayılırdı… Meğer ne güzel günler ne güzel yıllar yaşamışız biz. Hoş, tatlı, huzurlu, mutlu… Kırsalda geçen eski yılların hoşluğunu, sıcaklığını hatta sevgisini duyumsarım canevimde, Necati Cumalı’nın “Günaydın” adlı şiirini her okuyuşumda. Bir hoş olur içim; yaşama sevinci ile çarpar yüreğim.
Günaydın tavuklar, horozlar
Artık memnunum yaşamaktan
Sabah erkenden kalktığım zaman
Siz varsınız,
Gündüz işim var, arkadaşlarım,
Gece yıldızlar var, karım var
Günaydın tavuklar, horozlar.
Bu bir pastoral şiirdir. Yapmacıktan uzak, tüm çıplaklığı, yalınlığı ile kır yaşamını yansıtır, dizeler. Kırları, kır yaşamını özlemek çıplak ayakla adımlanan çimeni, toprağı düşlemek değil midir? Tavuklara, horozlara günaydın demek değil midir? Kırsalı özlemek unutulan dostlukları, içten, sıcak sevgileri aramak değil midir? Kentler sağlamlığına güvenilmeyen evleri, gürültülü meydan, sokak ve caddeleri, kilitlenmiş trafiği, itiş-kakışları, kalabalıkları ile hepimizi bunaltır, sıkar oldu. Son yıllarda mutsuz, çaresiz, yorgun insanların sayısı gittikçe artıyor büyük kentlerde. Böyle söylüyorum ama onca çilesine, karmaşasına rağmen yine de kopamıyorum kent yaşamından. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Yaprak döker bir yanımız / Bir yanımız bahar bahçe” dediği gibi büyük kentlerin bir yanı yaprak döküyor, diğer yanı bahar bahçe… Dünyanın gıpta ettiği İstanbul’dan ayrı kalmak kolay mı öyle? Yahya Kemal’in “firuze nehri” olarak betimlediği yük ve yolcu gemilerinin yol aldığı, balıkçı teknelerinin, motorların mekik dokuduğu güzelim İstanbul Boğazı; her bahar mor erguvanlarla süslenen Boğaziçi yamaçlar; yalılar, köşkler, saraylar, hisarlar, surlar, tarihi binalar, caddeler, meydanlar, heykeller, camiler, havralar, kiliseler, sanat ve kültür merkezleri, bahçe ve parklar… Bu yönü ile sıcak bir bahardır bir yanı İstanbul’un; çirkin yapılaşmaları, kalabalığı, düzensizliği, karmaşası, yoğun trafiği ile yaprağı dökülen bir ağaçtır diğer yanı! Hem güzeldir, hem çirkin; hem çekicidir hem itici…
Artık hiç kimse kullanmasa da fol kökünden türediğini düşündüğüm bol ve geniş anlamında kullanılan foltak, yöresel bir sözcüktür. Yıllar önce büyüklerimizden dinlerdik, öyküsünü. Ağzı laf yapan güngörmüş bir büyüğümüz anlatırdı: Köyden kente göçen bir bayan ayakkabı dükkânına gitmiş. Birkaç ayakkabı giymiş çıkarmış, dudak bükmüş. Bir ayakkabı daha giymiş. Satıcı “Bu giydiğin ayakkabı nasıl, ayağına oturdu mu?” diye sorunca bayan, “İyi, hoş da bu biraz foltak” diye karşılık vermiş. Gülümseyerek “Köyden göçen bu bayan İstanbullu hanımlar gibi kibar, nazik konuşmak istemiş ama “foltak” diyerek kendini ele vermiş! “ diye tamamlardı sözlerini.
Yine soymak, ayıklamak, ufalamak anlamında kullanılan fol etmek ya da follamak sözcüğünün de bu kökten türetildiğini düşünürüm. Foltak gibi follamak ya da fol etmek de yöresel bir sözcüktür. Fındığı soydun mu denmez fındığı fol ettin mi denilirdi geçmiş yıllarda. Fasulyenin kabuğunu soyarak tenesini (tane) çıkarmak için yine follamak ya da fol etmek eylemi kullanılırdı. Yöresel bir atma türküde geçer, fındık follamak:
Fındıkları follarım,
Pazarlara yollarım.
Gidiyorum güzelim,
Sana mektup yollarım.
Dahası, Gümüşhane’nin Kürtün ilçesinden doğup Tonya üzerinden geçerek Vakfıkebir’den denize ulaşır, Fol Deresi. Zamanla folluğa bırakılan tek yumurta anlamından sıyrılıp yeni yeni anlamlar kazanmış, fol. Öyle ki iki ili birbirine bağlayan bir dereye ad olmuş fol. Derenin denize kavuştuğu yerde kurulan Vakfıkebir’in eski adıdır, Fol. Dahası bir kültürün, bir yaşantının simgesel dili olmuş. Türkülerde yer bulmuş. Öykülere, fıkralara konu olmuş. Nice insanın eline, diline, yüreğine dokunmuş… Ne var ki zamana yenik düşme kaygısının acısı vurmuş yüzüne… Zaman zaman dinlediğim “Unutulmuş birer birer eski dostlar” diye başlayan sitem yüklü, oldukça hüzünlü bir şarkı vardır. Bazı yöresel sözcüklerimizle bu şarkının sözleri arasında duygusal bir bağlantı kurarım. Birer birer unutulan eski dostlar gibi birer birer unutuluyor güzelim yöresel sözcükler. Fol da bunlardan biri folluk, follak, foltak da. Follamak ya da fol etmek el sallıyor uzaklardan…