YİNE Mİ GURBETTEN KARA HABER VAR?
Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü birinci sınıfında okuyordum.
Galiba 1974 yılının ilk aylarıydı.
İlkokul öğretmenliği yıllarımda izlemeye alıştığım aylık dergilere(Türk Dili Dergisi ve Varlık Dergisi) TÜBİTAK’ın çıkardığı Bilim Teknik Dergisi’ni de ekledim.
Bu dergide ilk okuduğum yazı, çevrecilik üzerindeydi. O zamanlar, çevrebilim yerine ekoloji sözcüğü kullanılıyordu.
Okuduğum bu yazı, beni çok derinden etkilemiş ve çevre konusunun ne denli önemli olduğunu kavramama neden olmuştu.
Bilim Teknik Dergisi’nin o sayısını alıp okuma fırsatı bulduğum için, kendimi çok şanslı sayarım.
Bugün dönüp geriye baktığımda, bu dergilerin bana çok şeyler kattığını görüyorum…
Ekoloji sözcüğü, uzunca bir süre kullanıldıktan sonra, yerini zamanla Türkçe çevrebilim sözcüğüne bıraktı.
İyi de etti…
O günden sonra çevrebilim sözcüğü o kadar çok tuttu ki, çevre sözcüğüne Türkçe ekler getirilerek, birçok yeni sözcük ve kavram türetildi.
Örnek mi?
Çevreci, çevrecilik; çevre dostu, çevre düşmanı, Çevrecilik Bakanlığı, Çevrecilik Bakanı vb…
Gelelim çağımımızın en önemli konusu olan çevre konusuna.
Gördüğüm kadarıyla; toplumdaki çevre bilinci, istenen düzeyde olmasa da giderek artıyor.
Bu artış yeterli mi?
Yeterli diyebilmemiz için, çevreye zarar veren projelere karşı, her yerde, her kesimden, ciddi ve örgütlü tepkiler geldiğini görebilmemiz gerekir.
Görebiliyor muyuz?
Hayır.
Korkarım bu gidişle göremeyeceğiz de!
Buna karşın, çevreye zarar kesimler daha örgütlü ve daha güçlüler.
Bu çevreler, maalesef istedikleri projeleri, istedikleri gibi onaylatabiliyorlar ve pek bir sıkıntı çekmeden de hoyratça hayata geçirebiliyorlar…
Çevre filan düşündükleri yok.
Arkasından mahkeme kararları gelse de iş işten geçmiş oluyor…
Gerçi yargı kararlarını da taktıkları yok ya…
Bu konuda tekbaşına HES’leri anımsamamız yeterli sanırım…
Bu HES’lerin ne denli yanlış projeler olduğunu, çoğumuz iş işten geçtikten sonra anlamadık mı?
Gidenler geri gelecek mi?
Birileri, herşey düzelir dese de inanmayın; gidenlerin geri gelmesi çok zor, belki de imkansız…
Bu konuya niye girdin, diye soruyor olmalısınız.
Geleyim o konuya:
Eylül ayının 20’siydi; Arslan Çekiç arkadaşım, emekli Coğrafya Profesörü Metin Tuncel(1933 doğumlu)’in sözünü ettiğ Görele Kalesi’nin yerini bilip bilmediğimi sordu. Biliyorum deyince, gidip bir inceleme yapabilir miyiz, dedi ve ben de can-ı gönülden tamam, dedim.
Arslan hocamı kırabilir miydim!
Yanımıza Salih Bayram’ı da alıp, Beşikdüzü Limanın başlangıç noktasındaki tarihi kalıntıların olduğu yere gittik.
Hava olağan üstü güzeldi…
İnsanlar, limanın dışındaki Adacık Plajı’nda denize giriyorlardı…
Onları rahatsız etmemeye çalışarak, incelemelerimizi yaptık.
Notlarımızı aldık.
Arslan Çekiç, Metin Tuncel hocayı arayarak
aldığı notları aktardı.
Metin hocanın duydukları karşısında ne denli mutlu olduğu, telefondaki konuşmalarından anlaşılıyordu.
Bu bilgileri fırsat bulursam ilerki bir yazımda paylaşabilirim.
Beni burada asıl etkileyen, limanının hemen kıyısındaki Adacık Plajını tehdit eden, biraz ilerdeki deniz dolgu çalışmaları oldu.
Çalışmalar durdurulmazsa; bu çevre, bu güzel plaj çok yakında, yeni duruma göre oluşacak dalgaların etkisiyle bozulacak belki de yok olup gidecek…
Görmeyenler bilmez; bu küçücük plajın başka plajlarda kolay kolay bulunmayacak bir başka özelliği var.
Deniz içindeki kayallarda yaşayan kabuklu canlıların kabuklarının kıyıya vurmasından oluşan beyaz bir kumsal tabakası var ki görenlerin gözünü kamaştırıyor…
Bu beyaz kabuklarının dalga hareketleriyle deniz içindeki görüntüleri ise bir başka güzellik…
Oturun kayaların üstüne doya doya doya seyredin…
Görmemiş olanlara, denizin durgun olduğu bir günde gidip görmelerini öneririm.
Kim bilir belki de oluşturabileceğimiz kamuoyu baskısı ile bu küçücük eşi bulunmaz plajı yok olmadan kurtarabiliriz.
Yoksa bu güzelim doğa cenneti de öbürleri gibi yok olup gidecek…
Benim gönlüm razı değil, siz ne dersiniz bilemem.
Bekleyip görelim diyorsanız, yarın iş işten geçmiş olur…
Zaten bir çok konuda böyle olmuyor mu?