DOLAR 34,7784
EURO 36,7823
ALTIN 2.946,32
BIST 10.081,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Giresun 16°C
Az Bulutlu
Giresun
16°C
Az Bulutlu
Cts 18°C
Paz 19°C
Pts 19°C
Sal 15°C

BİR MASADA ÜÇ ŞİİR

31.10.2022
141
A+
A-

Dilimizde birden çok anlamı içinde barındıran sözcüklerden biri de kuşkusuz, masadır: yemek masası, çalışma masası, haber masası, nikâh masası; masaya oturmak, masadan kalkmak… Her birinin kendine özgü anlamı, yansısı, coşkusu, algısı vardır; fakat aileyi yemek saatlerinde çevresinde toplayan masa diğer masalardan birkaç adım öndedir. Kurulur, yenilir, içilir, konuşulur, toplanır. Aile birliğinin, dirliğinin simgesidir, bir anlamda.
Bir yandan böyleyken diğer yandan ozanlara esin kaynaklığı etmiş, masalar. Duyguları, düşleri tutuşturmuş; düşünceleri alevlendirmiş… Ahmet Kaçar’a “içen ben değilim de sanki sarhoş masalar“ dizesini söyletmiş; Edip Cansever’e “masa da masaymış ha!” dedirtmiş; “… bir akşam / avluya yuvarlak bir masa” koyan insanları kutsatmış, Eftim Eftimov’a…
Şiirlerine konu ettikleri masaları, duygu, düşünce, düş iklimlerinde ustaca yoğurmuş, harmanlamış bu üç ozan. Bu üç ozanın “masa” ile bütünleşen üç şiiri, beni de masalara çekti kıyısından, köşesinden. Sandalyeyi çekip şiir masasına oturunca dizelerin derinliğini, içtenliğini, sıcaklığını duyumsadım, yüreğimde. Bir köşede Ahmet Kaçar; diğer iki köşede, Edip Cansever ve Bulgar ozan Eftim Eftimov… Üçü de masada; üçünün de şiirle buluştuğu nokta, masa! Üçü de kendi şiir kozasını örmüş, ustalıkla…
Bu akşam kadehimde bütün gamlar tasalar
İçen ben değilim de sanki sarhoş masalar
Gülüyor boş şişeler duyardım ağlasalar
İçen ben değilim de sanki sarhoş masalar.
Masa, somut bir eşya olmaktan çıkıyor, Kaçar’ın dizelerinde. Kişileşiyor; insan niteliği kazanıyor. Bir de kadehe ve şişeye aynı işlev yüklenmiş. Vakit akşamdır. Kadehte gamlar, tasalar toplanmıştır. Oysaki gamlı, tasalı, hüzünlü olan Kaçar’dır. Bunu geleneksel şiirin anlatım tekniğine başvurarak dizelere döküyor. Cansız bir nesne olan kadeh, kişileştirme yolu ile insan özelliği kazanıyor. Bir adım ilerisinde esrik masalar; gülen şişeler…
Bir diğer anlatım özelliğini de başarıyla uyguluyor, Kaçar. Kendi durumunu gizliyor; bilip de bilmezlikten geliyor: İçen ben değilim de sanki sarhoş masalar! Divan şiirinde buna tecahül-i arif sanatı yapma denilmektedir. Divan şiirinin ünlü şairi Nedim, bir gazelinde “Ey Şuh! Nedimâ ile bir seyrin işittik / Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde” diyor. Göksu’da şuh yani sevgilisi ile eğlenip yiyip içen Nedim, olayı yaşayan kişi olarak kendisini gizliyor; bilmezlikten, görmezlikten geliyor. Kuşkusuz, esrikliğini usta bir Divan şairi gibi sözcükleri yoğurarak gizliyor, Kaçar. Yalnızca bunlar mı eğretileme, tezat, tenasüp (uygunluk)…
Söz sanatları yönünden doygun, anlatım yönünden lirik bir dörtlük, masalar. Bir yönü ile divan şiirinden izler, izlenimler taşıyor; diğer yönüyle halk şiirinden. Fakat bir farklı yanı daha var, bu dörtlüğün. Her ne kadar “içki, kadeh, şişe, gam, tasa” gibi divan şiirini anımsatan sözcükler kullanılmış olsa da her ne kadar halk şiirinin biçim ve biçem özelliklerini içinde barındırsa da modern şiirin konu-tema ilişkisine yakınlığı ile öne çıkıyor: Masa! Ne divan şiirinde ne de halk şiirinde “masa” üzerine şiir kurgulanmamıştır. Üç şiir kültüründen izler taşıyan dörtlük, gelenekle modern arasında gidip geliyor. İmge, simge, coşku, söyleşiş kolaylığı… Severek mırıldandığım, keyif aldığım bir şiir; divan, halk ve modern şiirden tatlar, kokular taşıyan güzel bir harman.
Modern şiirimizin usta ozanı Edip Cansever, bir başka bakış açısından dizelere döküyor, masayı. Kendi duygu ve düşüncelerini, iç hesaplaşmalarını üçüncü kişi ağzından aktarıyor:
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Güneşli bir sabah, dingin uyandığımızda, bir sıkıntımız yoksa hangimiz mutlu olmayız ki? Hangimiz yaşama sevincini can evinde duymaz ki? Yaşama sevincini içindeki bir adamın keyifli bir sabah kahvaltısı ile güne başlamak üzere masaya oturmasıyla başlıyor, şiir. Süt, yumurta, bakır kâsede çiçekler, pencereden süzülen ışık… Mutluluk, huzur!

Ne var ki bu öyküsel-şiirde, masadaki adam rahat değil! Dışarıdan gelen sesler; iç dünyasındaki yansımalar, duygular, düşünceler… yaşam adına ne varsa masaya geliveriyor: aklından geçenler, hayatta yapmak istedikleri, sevip sevmedikleri… Somuttan soyuta; soyuttan somuta bir sarkaç gibi gidip geliyor masa; karmaşıklaşıyor, derinleşiyor; gitgide ağırlaşıyor…
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Yükü giderek artıyor, masanın: sonsuzluk, bira, uyku, uyanıklık, tokluk, açlık… Bu, bir anlamda insanın yaşam öyküsü! Masaya konulanlar insanın gündelik yaşamıyla, insanın psikolojik yapısıyla örtüşüyor. Çoğumuz benzer duyguları, düşünceleri, kaygıları yaşamaz mıyız?
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masada insanın yaşam öyküsü! Onca yükü çekiyor fakat yine de “bana mısın” demiyor. İnsan düşünür, uygular, kendi yaşam çizgisini kendi oluşturur. Öncelikle eve ekmek götürme kaygısıdır, bütün bu koşturmacalar, çabalar, çalışmalar; sonra rahat, huzurlu yaşamak.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
O kadar yük altında, bir iki sallansa da direniyor, yıkılmıyor masa. Adam koyduklarıyla yetinmiyor; “ha babam” koyuyor! Masa bir eşya olmaktan çıkıyor; yaşamı simgeleyen bir algıya dönüşüyor. Onca yüke, ağırlığa, baskıya karşı direniyor. Masayla verilmek istenilen insanın yaşam yükü! Sarsılsa da sallansa da direnci, sabrı, çabası, becerisi sayesinde yıkılmıyor, ayakları üstünde kalabiliyor, insan. Bir anlamda masalaşıyor.
Nasıl ki Kaçar, duygu ve düşüncelerini masa üzerinden dizelere dökmüşse; kendine özgü bir şiir atmosferi yaratmışsa Cansever de öyle yapmış. Her ikisinde de masa bir simge. İnsanın simgesi. Kaçar’daki masa dar, Cansever’deki oldukça geniş! İster kırsalda ister kentte yaşasın günümüz insanın daha büyük sorunlarla, baskılarla boğuşuyor; bu bağlamda psikolojik denge kurmakta zorlandığı anlar oluyor. Kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor, kabuğuna çekiliyor; iç dünyasına dönüyor. Cansever’in anlatmak istediği bu, bence. Bunu yaparken yalın, gündelik bir dil kullanıyor: uyku, uykusuzluk; sevmek, sevmemek; tokluk, açlık, ha babam… Ne dilin akışkanlığını bozan söz var, ne kulağı tırmalayan bir sözcük!
Kutsuyorum sizi ey isimsiz insanlar,
gece gündüz yüceltiyorum sizi
koyduğunuz için bir akşam
avluya, bir yuvarlak masa.
Dizelerini masa üzerine kuran, kurgulayan üçüncü ozan Eftim Eftimov. Özdemir İnce, imzasıyla dilimize çevrilmiş, Eftimov’un“Bulgar Masası” şiiri. Çeviren duyarlı, titiz, başarılı bir ozan olunca çeviri şiir bir başka güzel oluyor, kuşkusuz.
Bir akşam avluya, yuvarlak bir masa koyan insanları kutsayarak başlıyor şiir; avludaki bu masa, git gide, kimsenin ayakta kalmadığı, bütün dünyanın oturduğu çok büyük bir masaya eviriliyor. Güzel bir buluş, güzel bir kurgu şiir adına:
Gizler mırıldanıyor altında otlar
ve köklerden sürmüş diri fışkınlar.
Yükseliyor masa. Kocaman oluyor,
yeryüzüne benzer bir başka dünya.
Altında otlar, fışkınlar olan sıradan bir masa; yükseliyor, kocaman oluyor; yeryüzüne benzer bir dünyaya dönüşüyor.
Taa kutuplara kadar, öylesine geniş,
üzerinde dünyanın bütün meyveleri…
Çevresine yüksek doruklar dizdim
üzerlerine insanlar otursunlar.
herkese bir yer var ayakta kalmayacak kimse,
Mırıldanıyorum durmadan: “Sağ olun!” diyorum.
Dilerim ki yaşar görürüm ben de
oturduğunu bütün dünyanın
benim masamın çevresinde.
Öylesine genişliyor, boyutlanıyor ki masa, üzerinde dünyanın bütün meyveleri taşıyacak büyüklüğe erişiyor. Masa bir dünya sofrasına dönüşüyor. Ozan mutluluğunu “sağ olun!” diyerek dile getiriyor. Kurguladığı bu masanın çevresinde, bütün dünyanın oturduğunu yaşarken görebilmek tek dileği, ozanın!
Şiirin ilk dizesinde yer alan “kutsamak ve yüceltmek” eylemleri, bende uzak çağrışımlar uyandırdı. “Kutsuyorum sizi ey isimsiz insanlar” dizesi usuma, Hıristiyanlıktaki vaftiz etme ritüelini getiriverdi. “üzerinde dünyanın bütün meyveleri…” dizesi ile betimlenen masa, Leonardo Da Vinci’nin Milano Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nde bulunan ünlü “Son Akşam Yemeği” tablosunu düşündürdü, bana.
Sevgi, kardeşlik, birliktelik, eşitlik, dayanışma teması üzerine yazılan bu şiir, yalın dili, imge zenginliği ve özgün kurgusu ile düşsel dünyasına çekti, beni. Ve Nazım Hikmet’in “Davet” şiirinin son bölümündeki duygulu ve içten dizeler takıldı dilime: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine”…
Savaşların, korkuların, sömürülerin, acıların, çığlıkların, gözyaşlarının olmadığı bir dünyada huzurlu, mutlu yaşamak düşüncesini yalnızca ozanların değil, tüm insanlık duyumsamalı, yüreğinde; yoğurmalı beyninde. Evdeki masa, evin birliğinin, dirliğinin, sevgisinin, mutluluğunun sembolüdür; dünya masası tüm insanlığın birliğinin, dirliğinin, sevgisinin, mutluğunun…
Üç şiirde de masa üzerinden insana dokunmuş, ozanlar. Masa insan olmuş; insan masa! Üç şiirin de kendine özgü kurgusal bir atmosferi ama kurgusal olmayan, abartıya kaçmayan, yalın, akıcı bir dili var. Üç şiir de yüreğe dokunuyor, sonuçta…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.