CAN AKENGİN’İN AKSU ŞİİRİ ÜZERİNE
Gerçek adı Ömer Avni olan Can Akengin, kalemiyle Giresun’da iz bırakan bir kişiliktir. 1892 yılında Giresun’da doğan Akengin, Giresun – İstanbul ve Bursa üçgeninde geçen ve 1942’de son bulan elli yıllık çalkantılı yaşamında, kalıcı izler bırakarak veda etmiştir, sevenlerine. Bu erken vedada kuşkusuz, nişanlısı Bursa’lı kızın veremden ölmesinin etkisi büyüktür. Yaşama küsmüş, bir anlamda inzivaya çekilmiş. Öleceğini önceden sezen, duyumsayan Akengin, “hoşça kalın” söylemine bağladığı dizelerde dile getirmiş duygu ve düşüncelerini: “Daha durup nolacağım / Geçti ele geçmez çağım / Sel üstünde bir yaprağım / Hoşnutlarım hoşça kalın”…
Nedir bu kalıcı izler? Öncelikle şiirler; düşün yazıları, dergi ve tiyatro çalışmaları… Her şeyden önce ün ve şöhret peşine düşmeyen, olduğu gibi görünen, alçakgönüllü bir duygu ve düşünce adamı, gönül eri; bir sevdalı yürektir, Akengin. Severek, beğenerek okuduğum şiirlerinden biri “Aksu” Akengin’in. Şiirde hem duygu, hem hareket, hem heyecan var. Şiirin adı, her yıl yapılan geleneksel Aksu- Mayıs Yedisi şenliklerine taşıyor, beni.
Bir söylenceye göre Orta Asya’ya, Çepni kültürüne uzanan bir diğer söylenceye göre Amazonlara bağlanan “Mayıs Yedisi” Ordu, Giresun ve Trabzon yörelerinde kutlanan bir etkinliktir. Eski takvimle mayısın yedisine, yeni takvimle mayısın yirmisine denk gelen bu kutlamalar; yaylalara çıkmadan önce halkın denizle, suyla buluşması, kucaklaşmasıdır, bir anlamda.
Eski sıcaklığını, havasını, önemini yitirmeye yüz tutup kabuk değiştirse de günümüzde, şenliğe dönüşerek en anlamlı, en görkemli Giresun’da, Aksu deresinin denize döküldüğü yerde kutlanır. Yaylalara çıkmadan önce insanlar denizle derenin birleştiği yerde suya girer, hayvanlarını yıkar. Böylece sağlıklı, diri ve güçlü olacaklarına inanırlar. Bir diğer adı “Su Bayramı” ya da “Deniz Bayramı”dır, Mayıs Yedisi’nin. Her yıl aynı günde, derenin denize kavuştuğu yerde, dilekler tutulur; “derdim belam denize” diyerek yedi çift bir tek taş suya atılır. Böylece deniz suyunun kötülükleri ve hastalıkları yok edeceğine; bekâr kızların evleneceğine, ayrılanların kavuşacağına inanılır.
Can Akengin “Aksu” adlı şiirinde bu etkinliklerden söz etmeden şenliğe katılan genç kızları anlatır. Kızlarla gönlü, kalbi arasında duygulu, sıcak bağlar kurar. Süsten, abartıdan, zorlamadan uzak; yalın, içten bir dil ve anlatımla kaleme alınmıştır, Aksu. Halk şiiri geleneğinin dil ve yapı özelliği ile modern şiirin seziş, duyuş ve ritim akışının buluştuğu, kucaklaştığı dörtlüklerde eskilerin ‘sehl-i mümteni’ dedikleri rahat ve kolay söyleyişin sıcaklığı duyumsanır. Şiir, hava, dere ve kumsal betimlemeleri ile başlar:
Hava sıcak, nefessiz
Dere akıyor sessiz
Nemli kumsalda gördüm
Gönül çeken üç beş iz…
Bu, şenliklerin yapıldığı etkinlik ortamını yansıtır. Hava sıcak ve durgundur, dere sessizdir… Bu hoş ortamda, nemli kumsalda gönül çeken üç beş iz, Akengin’in ilgisini çeker. Nemli kumsaldaki üç beş iz, kızların ayak izleridir. Bir şeylerin suya düştüğünü gören Akengin, kendi içsel durumunu anlatır ikinci dörtlükte. Gençtir, kanı kaynamaktadır. Heyecanlanır, sevinir, sazlıkta bir pusuya yatarak kızları gözler:
Düştü bir şeyler suya
Sevindim gençlik bu ya
Saptım emekleyerek
Sazlıktaki pusuya.
Sonraki dörtlüklerde, adları Kezban, Ayşe ve Binnaz olan kızlar, bir ressamın fırça titizliğinde anlatılır: Çehreleri esmer, gerdanları duru, beyaz; kınalı elleri aktır. Su püskürtüp oynaşırlar, koşuşup itişirler, çimerler…
Çehreler esmer biraz
Gerdanlar duru beyaz
Su püskürtüp oynaşır
Kezban’la Ayşe, Binnaz…
Eski dilde uğru ya da ogru denilen hırsızı toplum hoş görmez; elinin tersiyle iter. Hırsızlık yüz kızartıcı bir eylemdir. Hırsızdan çekinilir, nefret edilir. Böyle algısı soğuk bir sözcük Akengin’in dilinde sıcak, bambaşka bir anlam kazanır: gönül hırsızı! Burada hırsız çalmak, soymak anlamından sıyrılıp gönle girmek, âşık olmak, kendine bağlamak gibi yeni bir anlam kazanmıştır. Aşk duyguları alevlenir, birden… Kapışarak gönlünü üçe bölmüştür, üç güzel kız! Şaşkındır, heyecanlıdır, duyguludur. Bir yandan da kaygılıdır. Birini ya da birilerini gözetlemek! Bu ayıplanan, hoş olmayan bir davranıştır. Pusuda kızları seyrederken kendisini birinin görmesinden çekinir. Dizelere döker içini:
Kızlar, kızlar şen kızlar
Koşan, itişen kızlar
Kapıştınız gönlümü
Pay ettiniz, hırsızlar!
Ellerinin akına
Yaramış oyma kına
Çimerlerken gözettim
Ben sakına sakına.
Sonraki dörtlükte kızların benzeşen belirgin özellikleri sıralanır. Üçü de pembe tenli, dolgun kalçalıdır. Akengin, çimen kızlarla birlikte olmayı düşler. Onlarla kaynaşmak, senli benli olmak, suda oynaşmak ister.
Üçü de pembe tenli
Kalçalar dolgun enli
Olsam diye çok yandım
Onlarla senli benli!
Dörtlükte yer alan senli benli olmak deyimi, Akengin’in kızlarla yakın ilişki kurmak; çok samimi olmak duygusunu ele veriyor. Sonraki dizede yine kızları anlatıyor. Son dizeden anlıyoruz ki gönlü ablak yüzlü Binnaz’a kayıyor:
Kezban narin bir sazdı
Ayşe çok yaramazdı
Kalbi kapıp kavuran
Ablak yüzlü Binnaz’dı.
Sonraki dörtlükte şen, yüzen, gülüşen kızlara sesleniyor. Mutlu, şen, en güzel çağları geçmeden, sevdadan murat almalarını, sevdiklerine kavuşmalarını istiyor.
Kızlar kızlar şen kızlar
Yüzen, gülüşen kızlar
Murat alın sevdadan
Tükenmeden bu hızlar.
Gençlik çağı ‘hız’ sözcüğü ile verilmiş. Hepimiz için yıllar çok çabuk geçiyor. Ömrün en güzel çağı gençlik de öyle… Sonraki dörtlükte, Akengin’in gözüyle sıcak, duygulu bir ortam betimlemesi yapılıyor: söğütler baygın düşmüştür, su yer yer dalgalanmakta, üzerinde parlak çizgiler oluşmaktadır. Kişileştirme yoluyla insana ait yorgun düşme hali söğütlere aktarılmış. Bu başarılı bir imgedir. Yüzen kızları seyreden söğütler, mest olmuş, kendinden geçmiş, baygın düşmüştür. Nihayet, araya şeytan girer:
Baygın düşmüş söğütler
Hârelenmiş su yer yer
“Can” sen de atıl diye
Şeytan beni öğütler.
Şeytan beni öğütler, dizesi bana, Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiirini anımsattı. Bu şiirde alnı halka halka kâküllü, göğsünde kırmızı gülü, elinde zili, omzunda şalı olan bir durup sonra kıvrak dönüşlerle raks eden kadın, Yahya Kemal’i mest ediyor, dahası kendinden geçiriyor. Araya şeytan giriyor ve şu yakıcı dizeler dökülüyor, gönül pınarından: “Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli… / Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli”…
“Can, sen de atıl “diye öğüt vererek kendisine günah işletmek isteyen şeytanın bu hilesini sezen Akengin, ham duygularına gem vurur. Sakın bu sözleri dikkate alma, önemseme pişman olacağın bir iş yapma diye başlar, dörtlüğe:
Sakın almayın kâle
Kıyılır mı bu hale
Omuzlardan dökülen
Saçlar altın şelale
Bu hoş, güzel halin bozulmasından kaygılanır. Kızların omuzuna dökülen ıslak saçları güneşin yansısı ile altın bir şelale görünümünü almıştır. Bu özgün anlatım, sembolik şair Ahmet Haşim’e özgü bir dildir. Onun şiirinde merdivenlerden ağır ağır çıkan kadın, eteklerine vuran gurup vaktinin kızıl ışıkları ile romantik bir simgeye dönüşür: Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden / Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak”… Saçların altın bir şelaleye benzetilmesi güzel, estetik bir buluştur. Dörtlük yine suda yüzen, cilveleşen, gülüşen kızlara seslenerek son bulur. Akengin’in şiire son noktayı koyar: Kızlar olmazsa yaşam zehir olur, anlamsızlaşır!
Kızlar, kızlar şen kızlar
Suda gülüşen kızlar
Siz olmasanız hayat
Zehir olur ıssızlar
Yedili hece ölçüsü üzerine kurgulanmış, dörtlükler. Yinelenen dizelerle, uyaklarla, iç seslerle musiki ritmi kazandırılmış: “ Kızlar, kızlar şen kızlar” dizesi üç kez yinelenmiş; “yer yer” ikilemi bir kez; “gülüşen kızlar” söz öbeği iki kez. Bazı dörtlüklerde uyaklar “biraz / beyaz / Binnaz”; “ ten- li / en-li / ben-li”; / “kâle / hale / şelâle” örneklerinde olduğu gibi çift ya da üç ses üzerine oluşturulmuş. Eklerden oluşan rediflerle, “-n-, -an- /-en-, -l-,-r-, -ar- / -er-“ iç sesleriyle dizelere musiki, ritim ve ahenk verilmiş.
“Sapmak, çimmek, ablak, emeklemek, itişmek, kapmak, kapışmak, kavurmak” gibi yöresel ağızda sıkça kullanılan sözcüklerle yer verilmiş. Ayrıca “ gönül çekmek, pay etmek, senli benli olmak, baygın düşmek, kâle almak, murat almak, zehir olmak” deyimlerine yer verilerek anlatıma canlılık ve incelik, derinlik kazandırılmış. Söğütlerin baygın düşmesi, suyun hârelenmesi, kızların omzuna düşen ıslak saçlarının şelaleye benzetilmesi görüntü ve manzarayı durağandan hareketli hale dönüştürmüş. Omza düşen ıslak saçların altın şelaleye benzetilmesi ışıklı, renkli, canlı bir tablo resim güzelliğinde!
Bu duygusal şiir gösteriyor ki Akengin, hem halk şiirinden hem de modern şiirden beslenerek kurmuş dizeleri… Kimi dizelerde halk ozanlarımızdan Karacoğlan’ın, Emrah’ın dil ve duygu sıcaklığı var; kimi dizelerde modern şiirimizin imge, duyuş, seziş ustaları Ahmet Haşim, Yahya Kemal izleri…
Kuşkusuz, Can Akengin, Giresun’un önemli bir yazın değeri. Dergi, tiyatro, düşünce yazıları… Kısa sayılacak ömrünü Giresun’a adamış bir güzel uşak. Diğer şiirleri de en az bu şiiri kadar kıymetli. Akengini daha iyi anlamanın, daha iyi değerlendirmenin, Giresun için önemini kavramanın tek yolu, bütüncül bir yaklaşımla yaptığı çalışmaları değerlendirmek, yazdığı şiirleri incelemek ve yiğidin hakkını yiğide vermektir. Bu, Can Akengin’e yeniden can suyu vermek, onu yeniden yaşatmak adına çok önemli bir görev olacak düşüncesiyle…