DOLAR 32,4478
EURO 34,7388
ALTIN 2.438,75
BIST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Giresun 16°C
Az Bulutlu
Giresun
16°C
Az Bulutlu
Cts 17°C
Paz 17°C
Pts 16°C
Sal 17°C

DERGİLER VE OKUL DERGİLERİ

01.11.2021
405
A+
A-

Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “Siyaset, edebiyat, teknik, ekonomi vb. konuları inceleyen ve belirli aralıklarla çıkan süreli yayın, bülten, mecmua” olarak tanımlanır, dergi.  Tarih, sanat, kültür, magazin, yazın, siyaset, ekonomi alanlarında, nice dergiler boy göstermiş basın dünyasında. Bazıları uzun soluklu olmuş, bazıları kısa…

Osmanlı döneminde, adı mecmua olan dergi,  ilk çıkan gazeteden on sekiz yıl sonra 1849’da yayınlanır: Vakayi-i Tıbbiye. Adından da anlaşılacağı gibi bu bir tıp dergisidir. İlk Osmanlı gazetesi,  Sultan 2. Mahmut’un çabalarıyla 1831’de çıkan Takvim-i Vakayi’dir. Oysaki dünyada ilk dergi Londra’da 1731 yılında çıkan ve 1907 yılına kadar yayınlanan “Gentleman’s Magazine”dir.

Batıda çıkan ilk dergi ile Osmanlı’da çıkan ilk dergi arasında tam yüz yıllık bir makas var.  Bu makası bir kıyas olarak alırsak, gelişmişlik ve uygarlık adına batı ile aramızdaki açının niçin kapanamadığını daha iyi anlayabiliriz. Dergi, her şeyden önce düşüncenin dilidir. Düşünce, üretimin; gelişmenin, uygarlaşmanın dili…

Bu bilgilerden hareketle, sözü yazın (edebiyat) dergilerine getirmek istiyorum, ilkin, Sonra okul dergilerine. Önce bir bilim dergisi iken sonradan, l891’de şair Tevfik Fikret’in yönetiminde, yazın dergisine dönüşen “Servet-i Fünûn”, bu alanda, ülkemizde bir ilktir. Öyle ki bu dergide toplanan şair ve yazarlar “Edebiyat-ı Cedide” (yeni edebiyat) topluluğunu oluşturarak yüzünü batıya dönen Türk yazınına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sonrası, Malumat, Genç Kalemler, Varlık, Türk Dili ve diğerleri. Özellikle Yaşar Nabi Nayır’la özleşen Varlık, 1933 yılından bu yana kesintisiz yayınlanan uzun soluklu bir yazın dergisidir. Varlık, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nda çok önemli görevler üstlenmiştir. Pek çok şair ve yazar bu dergi sayesinde, okuyucu ile buluşmuş, ünlenmiştir. Yolu bu dergiden geçen ünlülerden biridir, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Cahit Sıtkı, Nurullah Ataç, Sait Faik, Ziya Osman diğerleri…

Bir de okul dergileri vardır… Yankıları küçük yürekleri büyük… Öğretmen-öğrenci işbirliğinin güzel örnekleri!  Yöreseldir, sıcaktır, içtendir… Her satırında, her sayfasında ışıl ışıl duygular, düşünceler…

Dergi çıkarma çalışmalara katılmam üniversite yıllarına dayanır: Cemre. Dönem arkadaşlarımızdan Murat Şimşek’in maddi katkılarıyla çıkan dergiyi halen İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı olan Abdurrahman Şen hazırlamaktaydı. Ağustos- Eylül 1982 sayısında Biri adlı bir şiir denemem çıkmıştı. Son derece mutlu olmuştum. Şöyle başlıyordu şiir: “Bir elimde güneş / Bir elimde ay”…

Abdurrahman Şen’le, Cemil Sabri Uzunöner’e Erol Uzunöner’e, Fethi Karamahmutoğlu’na gitmiştik. Dergi ve dergicilik hakkında çok güzel, çok hoş sohbetlerimiz olmuştu, Cemil Sabri Uzunömeroğlu’yla. İstanbul sanat festivallerini izlemiştik…

Kapısını kültüre, sanata, yazına (edebiyat) açan Cemre’ye, hocalarımız da omuz vermekteydi. Prof. Dr. Faruk Timurtaş, asistan Mustafa Özkan ( Halen Edebiyat Fakültesi Dekanı), Doç. Dr. Mehmet Çavuşoğlu (rahmetli)… Divan şiiri üzerine derin birikimi bulunan Çavuşoğlu’nun derslerine katılır hocamızı zevkle, ilgiyle, merakla dahası hayranlıkla dinlerdik. Sevecendi, sıcaktı, içtendi. Bir beyti en ince ayrıntılarına kadar irdelerdi. Sözcüklerin birbiriyle ilişkileri, anlam derinlikleri, yansımaları üzerinde doyurucu bilgiler verirdi.  Divan şiiri alanında uçsuz, bucaksız bir deryaydı, Çavuşoğlu.

Cemre’de yayınlanan “Açmak, Açılmak” adlı makalesinde, Nef’i’nin Sultan IV. Murat için yazdığı ünlü kasidesinin ilk beytini ele alır; yorumlar, Çavuşoğlu:  “Esdi nesim-i nev-bahâr açıldı güller subh-ı dem // Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun Cam-ı Cem”… Çok beğenerek, isteyerek okurum bu yazıyı. Kaçıncı kez olursa olsun okumaktan hiç sıkılmam. Her okuyuşumda yeni bir tat alırım, yeni bir zevk duyarım; dahası yeni bilgiler edinirim. Makalenin son bölümünde, örnekleme amaçlı yer verdiği Nedim’in “Açılırsın güzelim sen dahi sabr eyle biraz // Şimdicek şerm (utanmak, çekinmek) gidip meclise peymâne (içki kadehi) gelir” beyti, bir başka inceliği, zarafeti doldurur gönlüme… Yelkenleri rüzgârla dolan tekne gibi açılırım enginlere…

Çoğu uzun soluklu olamaz; şu ya da bu nedenden. Kelebekler gibidir; renkli, benekli… Yalnızca bir baharlıktır, ömürleri.  Uzun soluklu okul dergileri daha çok emek, daha çok özveri, daha çok sabır ve işbirliği ile varlıklarını sürdürebilirler ancak. Ruhları ne kadar amatör olursa olsun sonuçta bedenleri maddi kaynağa yani paraya bağımlıdır.

Uzun soluklu bir okul dergisinin bütün hazzını yaşamış biri olarak nerede bir okul dergisi görsem hemen elimi uzatır, sayfalarını karıştırırım. Bunu yaparken de mutluluk duyar, büyük keyif alırım. Dergilerde, gazetelerde kaleme aldığım deneme ağırlıklı yazılarım çıkar. Giresun dergisinde, Milli Eğitim dergisinde ve en son Kıyı dergisinde yayınlandı onlarca yazım. Halen öğretmen, şair, yazar Ahmet Özer’in söylemi ile “Kıyı dergisinin omuzdaş”larından biriyim. Söylemem şu ki dergi ve dergicilik ile sıcak bağlarım var.

Bu bağların ilk damlası fakülte yıllarına gider; diğer damlaları bugünlere uzanır… Kuşkusuz, Görele Lisesi ve Görele Halil Gürel Anadolu Lisesi’nde çalıştığım yıllarda, Görele Lisesi sonradan Görele Lisesi – Görele Anadolu Lisesi başlıklarında çıkardığımız dergilerde büyük emeklerim oldu. Önceleri bunu pek anlayamadım. Sıradan bir iş, uğraş gibi geldi bana dergi. Meğer ne büyük iş yapmışız; ne zor işlere imza atmışız…

Ne zaman ki Görele’den ayrıldım. Bunu daha iyi anladım. Benden sonra, o güzelim derginin yaprakları döküldü, dalları kırıldı…  Üzüldüm. Ellerimle büyüttüğüm; yüreğimi, emeğimi kattığım dergi artık bilinen, beklenen, özlenen içerikte çıkmıyordu. Renk tuzağına düşmüş; yavanlaşmıştı. İtme kakma çıkan bir iki sayı da yolunu, yönünü şaşırmıştı. Ya da başka bir söylemle çocuklaşmıştı…

Dile kolay on yıl! On yılda otuz dört sayı… İlk yıllar bir iki sayı derken son yıllar dört, beş sayı. Gönül vermiştim, yürek vermiştim bu dergiye; her zorluğuna severek, isteyerek katlanmıştım. Benimsemiştim, içime sindirmiştim. Yazılarının toplanmasından, değerlendirip tasniflenmesine; reklam alımlarından matbaaya götürülmesine, bir bir satılmasından abonelere postalanmasına her aşamasında göz nurum, alın terim vardı… Ne güzel, ne heyecanlı yıllardı onlar…

Umarım, bu dergiyi, olumlu yönde aşacak nitelikli, uzun soluklu okul dergileri çıkar, Görele’den. Çünkü okul dergileri, yörelerinin dilidir. Yerel kültürün işlenmesi, tanıtılması, kalımlı olması daha çok bu dergiler yoluyla söz konusudur. Kültürü dar değil geniş anlamda düşünüyorum. Bir yaşam biçimi olarak algılıyorum. Tarihsel, yazınsal, sanatsal, folklorik, yaşamsal, halkla ilgili tüm değerleri kültür sözcüğünün içinde tutmak istiyorum. Sözün özü, yer yer kaynak gösterilen okul dergimizde, saydıklarımın hepsinden tatlar, renkler, kokular vardı. Beğenilen, ilgi duyulan, aranan, özlenen bir dergiydi.

İlçemizde çıkan diğer okul dergilerden söz etmeyişim; diğer okul dergilerini göz ardı etmem anlamına gelmez.  Kuşkusuz bu dergiler de özverili çalışmaların, emeğin ürünleridir. Bunların da kendilerine özgü iletileri, yansıması vardır.  Ama bunlardan biri var ki ilçede bir ilk; bir öncü!

Sözünü ettiğim okul dergisinin kiremit renkli dış kapağın ortasında, bir kasaba figürü var. Kapağın üst kısmında “GÖRELE ORTAOKULU”, alt kısmında “1945 – 1946” yazılı. Bu,  bir okul dergisinden çok 45-46 eğitim öğretim döneminde, Görele’de açılan Ortaokul’un bir geri bildirimi; bir şükran ve teşekkür belgesi.

Otuz iki sayfadan oluşan dergi, Ülkü Basımevi’nde basılmış. Kaç adet basılmış? Bilmiyorum. Günümüze kaç dergi gelebilmiş? Onu da bilmiyorum.  Sevgili hocam Sinan Emanet’in arşivinde bulunan bir nüshası,  elimde!  Bildiğim bu. Okuyorum, okudukça notlar alıyorum. O günün koşullarında ne büyük bir özveriyle hazırlanmış! Neler yok ki içinde: İdare ve öğretim heyeti, önsöz, Görele, Görele Tarihi, Görele’den Manzara, Görele’nin Coğrafi Durumu, Görele Folklorü, Öğretim Heyeti fotoğrafı, Ortaokul fotoğrafı, Şiirler, Sınıf Albümleri, 23 Nisan, Aşk-ı Memnu, Soğuksu Çeşmesi, Fransızcada Liyezon, Küçük Aysel, Yün Pamuk veya Bezlerin Ağartılması, Ağır Madenlerin Hidroksit ve Oksitlerini Nasıl Elde Edebiliriz, Okul Hayatı, İlkokulda Geçirdiğim Hayat, Okul Haberleri, Yıl Sonu Resim Sergisi’nden fotoğraflar…

İmrenmemek, gıpta etmemek, heyecanlanmamak olası değil! Bu  müzevazı okul dergisinin her sayfası ayrı bir tat! Benim en çok ilgimi çeken bölümü Görele Folklörü. Türkçe Öğretmeni Fatma Özelmas başkanlığında, dört başlık altında hazırlanmış bu çalışma: Görele’ye Has Kelimeler, Anlamlar ve Şive Özellikleri; Görele’nin Gelenekleri, Düğün ve Görele İmeceleri. Kaleme alınanlardan benim için en ilginci kocakarı ayları! Çocukluğumda çok duyardım, dedemden ya da dedem yaşındaki nenelerden: Karakış, zehmeri, gücük, üzüm ayı, orak ayı, darı ayı… Gerçi onların saat dili de ayrıydı. Kafam karışırdı. Oysaki benim bildiğim aylar ocak, şubat, mart… Saat yedi denilince sabah; on iki denilince öğle…

Zaman zaman merakımdan büyüklerime sorup aldığım bilgilerle bazı eski aylarla yeni ayları denk getirsem de üst üste çakıştıramazdım, tamamını. Zihnimi kurcalardı, hep. Nihayet, kafamdaki düğümü çözdü, Görele Ortaokulu dergisi: “Bir de mart ayının birinden on ikinci gününe kadar her günü bir ay için denerler. Bunlarla da hangi ayın yağmurlu hangi ayın kurak geçeceğini önceden bilirler. Bu saymaya tekerleme veyahut çoban sayımı derler. Meselâ martın sekizinci günü aşağıda da görüldüğü gibi darı ayına rastlar. Eğer o gün yağmurlu geçmişse darı ayı yağmurlu geçecektir; eğer o günün yarısı yağmurlu yarısı kurak (açık, yağmursuz) geçmişse darı ayının yarısı yağmurlu yarısı kurak geçecek demektir. Bu hesap çobanlara yaylaya gideceği günün nasıl geçeceğini gösterir. Köylülerle kadınlar arasında bu aylar sıra ile şöyle isimlendirilir”:

Mart                     Mart

Nisan                    Abrul

Mayıs                   Mayıs

Haziran                Kiraz

Temmuz              Orak

Ağustos               Ağustos

Eylül                      İstavrit

Ekim                      Darı

Kasım                   Üzüm

Aralık                    Karakış

Ocak                     Zehmeri

Şubat                    Gücük

Ne var ki bildiğimiz, kullandığımız aylarla kocakarı  aylarının dili aynı değildir. Örneklersek, şubat ayının biri ile şubat ayının karşılığı gücük ayının biri arasında on üç gün fark vardır. Bir başka anlatımla, şubatın on dördünde başlar, gücük ayının biri. Bir de kocakarı ayları yöreye, bölgeye, iklime göre farklı adlar almış. Ağustosa çürük ayı, ekime koç ayı; yine eylül, ekim, kasım aylarına sırayla ilk güz, orta güz, ahir güz denilmiş… Bir de kocakarı soğukları vardır ki değinilmesi, anlatılması gereken bambaşka bir konudur.

Yeniyetmeler bilmezler öyle; karakış, zehmeri, gücük… Halk kültürünün kendine özgü yaratısı olarak anılarda ya da yazılardadır artık, eski aylar. Ahmet Arif’in “art arda kaç zehmeri”” ile başlayan ilgi duyulan, beğenilen şiirinde yaşar bir de.

Art arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…          

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.                            

Saçlarına kan gülleri takayım, 

Bir o yana

Bir bu yana…

                Tozlu raflarda, kütüphanelerde, arşivlerde ya da elimizin altında, nerede olursa olsunlar, daima içlerinde yanan bir mum, parıldayan bir ışık vardır, dergilerin.  Bilgi, kültür, sanat, yazın adına ne ararsanız bulabilirsiniz damarlarında. Kuşkusuz, yeni açılan, henüz tam anlamıyla oturmamış, olgunlaşmamış Görele Ortaokulu’nun kocaman bir başarısıdır, Görele Ortaokulu dergisi.

1946 yılından yadigâr kalan bu dergiye dokunmak, sayfalarını karıştırmak, kokusunu içime çekmek; dergiyi satır satır okumak, beni, mutlu ediyor. Nasıl mutlu olmayayım ki? Solgun sayfalar arasında kalan şu şiire bakar mısınız? Ne güzel, ne içten dile getirmiş duygularını 1. A öğrencisi Beyhan Ülgen:

Etrafı yeşillik bağlık bahçelik

Tarlaları güzel, ağ(u)luk, çiçeklik

Yeşil ağaçları doldurur kuşlar

Hepsi türlü türlü nağme cıvıldar.

 

 

Yeşillikler içinde duran Görele

Yeşil yamaçlarını git de gör hele…

 

Yeşil yamaçları fındık doludur

Fındık ağaçları halkın koludur

Ne zevktir altına gidip oturmak

Yazın sepetlere fındık doldurmak

Fındıkları yabana sattı Görele

Fındıkların altını git de gör hele.

 

Hani der ya Hasan Ali Yücel “Yaşayıp yaşatmak işimiz bizim / Haram lokma kesmez dişimiz bizim / Her yerde bulunmaz eşimiz bizim / Biz yeni hayatın erenleriyiz” Hayat yaşamakla, paylaşmakla güzel! Bilgi, kültür, sanat, yazın ırmakları dergileri yaşatmalıyız.  Yaşatmakla yetinmeyip sayıca çoğaltmalıyız.  Ne demiş atalarımız: Söz uçar yazı kalır!

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.