GELENEK VE ŞİİR İLİŞKİSİNE “SEHER YELİ” ÜZERİNDEN BİR BAKIŞ
Seher yeli nazlı yâre
Bildir beni bildir beni
Düşmüşem elden ayaktan
Kaldır beni kaldır beni
Söyle güzeller şahına
Yüz süreyim dergâhına
Zehir olam kadehine
Doldur beni doldur beni
Kul Ahmet’im gönül versem
El vurup gülünü dersem
Senden gayrı yâr seversem
Öldür beni öldür beni…
Tamamlanmış her şiiri görkemli bir çınar olarak düşünürüm. Şiirdeki sözcükler çınarın yemyeşil geniş yapraklara benzer: dizeler sağlam, gür dallara… Bir de çınarın görünmeyen, toprağın derinliklerine uzanan salkım saçak kökleri vardır. Kökler ne denli derindeyse, çınar o denli sağlam, dallar o denli özgür… İşte o kök gelenektir. Suyunu, besinini kökten alan çınarlar gibidir gelenekle bağlantı kuran özgün şiirler. Sağlam, diri, özgün… Bunlardan biri de Kul Ahmet’in “Seher Yeli” adlı semaisidir.
Özünü, rengini, kokusunu gelenekten alan; hem dış yapısı hem de iç düzeni ile gelenekle örtüşen; yinelemeye düşmeden daima kendini geliştiren ve yenileyen her halk şiiri çiçeklerin en güzelidir, balların en hası. İster söyleyeni unutulmuş olsun ister söyleyeni bilinen her türkü de öyledir. Şiirin süzmesidir, bir anlamda bu düzeye, yetkinliğe erişen her türkü.
Sesiyle, sözüyle, ezgisiyle duygu deryasında kabaran türküler; gelir, ta içime savurur, art arda coşkun dalgalarını. Yüreğimde dinginleşir, erir, köpüklenir, çekilir… Özgün türkülerde içime coşku ya da ürperti veren bu ruhsal durumu yaşarım. Öyle türküler vardır ki dinlerken mutlu olurum, huzur bulurum, coşarım; öyle türküler var ki dinlerken üzülür, hüzünlenirim… Bedri Rahmi’nin dediği gibi ben, şiirin hasını “ayak sesinden tanır; türkülerin hasına şapka çıkarırım.
İşte bunlardan biri Kahramanmaraşlı ozan Kul Ahmet’in türküsü, “Seher Yeli”! Konusu aşk olan sekizli hece ölçüsü ile kurgulanmış semainin her dizesi yüreğe düşen hoş bir damla. Elden ayaktan düşen ozan, belli ki sevdiğinden ayrı olmanın üzüntüsü ve dayanılmaz özlemi içinde. Çalıp söyleyerek, iç dünyasını seher yeli yolu ile sevgiliye duyurma çabasında. Seher yeliyle konuşur, ozan. Geleneksel halk şiirinde bu anlatım tarzı sıkça kullanılmış. Turnalar, bulutlar, kuşlar… bir anlamda ulak görevini üstlenir. Sevgiliye haber götürür, sevgiliden haber getirir: “Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle / Eğer bizi sual eden olursa / Boynu bükük benzi soluk yâr söyle”; “ Bulut gelir seher ile / Çiçek açar bahar ile / Herkes sarılmış yâr ile”… Ya da “Bad-ı saba selam söyle o yâre / Pek göresim geldi illerinizi / Gönül arzu çeker amma ne çare / N’ideyim tutan var yollarımızı”…
İkinci dörtlükte sevgili güzellerin şahıdır. Nasıl ülkelerin şahları varsa güzellerin de öyle şahları vardır. İlki gerçektir, somuttur; diğeri düşsel, kurgusal. Duygu ve düşüncelerini dolaylı dile getiriyor, ozan. Yine seher yeline sesleniyor. Güzellerin şahına söyleyin, dergâhına yüz süreyim; kadehinde zehir olayım diyor. Bu söylemde divan şiirinde sıkça yer alan ‘sâkî, kadeh (câm) ve sevgili’ motifine gönderme yapılmış. Böylece gelenekle şiir arasında sıcak bir bağ kurulmuş. Ne diyor divan şairi, Bâkî: “Sâkî zamân-ı ‘ayş-ı mey-i hoş-güvârdur / Birkaç piyâle nûş idelüm nev-bahârdur”. Yalnızca divan şiiri mazmunlarına değildir bu gönderme. Günümüz şiirinden halk şiirine geniş bir yay çizer, ‘şiir – gelenek’ ilişkisi. Hikmet Münir Ebcioğlu’nun muhayyer kürdi makamında şarkıya dönüşen dizelerinde de bu böyledir: “Kadehinde zehir olsa / Ben içerim bana getir / Dudakların mühür olsa / Ben içerim bana getir”… Gelenekten beslenen bu şiir de duygulu bir şarkıya dönüşerek yıllarca çalınıp söylendi, zevkle dinlendi. Gönül tellerini titreten eskimez, unutulmaz şarkılar kervanına katıldı.
Geleneğin kaynağından su için halk ozanı Dertli, bir başka açıdan dile getirir; “sâkî – şarap – (câm) kadeh; âşık – maşuk (seven sevilen)” ilişkisini:
Sâkîya camında nedir bu esrar
Kıldı bir katresi mestane beni
Şarab-ı lalinde ne keyfiyet var
Söyletir efsane efsane beni.
Sakinin sunduğu şarap, aşkın simgesidir. Bir damlası bile insanı kendinden geçirir. Ahmet Haşim, “Piyale” adlı şiirinde bu konuyu işler: “Zannetme ki güldür ne de lâle / Âteş doludur tutma yanarsın / Karşında şu gülgûn piyâle”. Piyale yani kadeh, dış görünüşü ve rengiyle laleye ya da güle benzeyebilir. Fakat bu gerçek değil, yanıltıcıdır. O kadeh, sevinin (aşkın) simgesidir. Aşka düşenler yanarlar… Bu alevden içen Fuzûlî, aşk ateşiyle tutuşmuş ve en güzel, en duygulu, en lirik “Leylâ vü Mecnûn” mesnevisini yazmış. Bu mesneviye gönderme yapar, Haşim: “İçmişti Fuzûlî bu alevden / Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn / Şi’rin sana anlattığı hâle”…
Kul Ahmet, farklı bir dil, farklı bir söylemle çıkar karşımıza: Güzeller şahının kadehinde zehir olmak! Bu kadehten gözünü kırpmadan içerek aşkı uğruna ölmek ister. Bu kurgu, bana, Ahmet Haşim’in unutulmaz şiiri “Karanfil” şiirini ve onun dokunaklı dizelerini anımsattı: “Düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer / Kızgın kokusundan kelebekler / Gönlüm ona pervâne kesildi”… Gece, ışığın çevresinde döne döne bitkin düşerek ölen kelebekler ile ‘âşık-maşuk’ arasında duygusal bir ilgi kurar, Haşim. Âşık, kelebeklere benzer. Sevdiğinin hâlesinde döner. Uğruna ölümü göze alır, aşkı için ölüme gider.
Son dörtlükte, ‘gönül vermek’ ve ‘gül dermek’ kavramları üzerinde durulmuş. Âşık olmanın, sevgiyle, aşkla bağlanmanın bir başka anlatımıdır, gönül vermek. İlhamî mahlası ile şiirler yazan bestekâr Sultan lll. Selim, “Gönül verdim bir civâne / Derdinden oldum divâne / Gel efendim girme kâne / Ben seni vermem cihâne” dizeleriyle kaleme aldığı şiirini ‘hüzzam’ makamında besteleyerek sanat musikisine hoş bir seda katmış. Genç, taze, alımlı bir kıza gönül verdiğini söyleyen lll. Selim, aşk derdiyle aklının başından gittiğine vurgu yapıyor.
Sevgi bağından bir çiçek (gül) dermek, sevdiğine kavuşmak, murat almak anlamlarına gelir. Gül, sevgilidir. Dizede, geleneksel bir değer kazanarak ‘âşık – maşuk’ ilişkisini sembolize eden “gül – bülbül” kavramlarına gönderme yapılır. Kul Ahmet, dörtlüğü, “senden başka yar seversem, öldür beni” söylemi ile bitiriyor.
Baştan sona geleneksel şiir mazmunlarıyla olgunlaştırılmış, tamamlanmış bir semai örneği “Seher Yeli”! Öyle ki halk şiirinin ölçü ve uyak düzeninden oluşan sağlam dış yapısıyla, biçem ve içerik özellikleriyle örtüşüyor. Yarım ve tam uyak ve redif üzerine kurulmuş, sekizli hece ölçüsüyle söylenmiş dizeler… Dörtlüklerin son dizelerindeki “kal- / dol- / öl- eylemlerinin köklerindeki “l” sesiyle oluşan yarım uyaklar, ardından gelen “-dır/ -dur / -dür” eklerine bağlanan “beni” adılı ile oluşturulan redif; söylem kolaylığı ve rahatlığı, duru dil; şiir ve gelenek ilişkisinin somutlaşan bir göstergesidir. Bu, şiirde lirik bir atmosfer yaratır. Bütün bu göstergeler, Kul Ahmet’in, geleneksel halk şiirini ne denli içselleştirdiğinin, içine sindirdiğinin somut birer göstergesi. Bunların da ötesinde, duygusal ezgisiyle, ritmiyle hoş bir türküye dönüşmüş, dizeler. Tat alarak, severek okuduğum bir şiir; hoşlanarak dinlediğim bir türkü… Böyle türküye dönüşmüş nice özgün şiirlerimiz var, yazınımızda.