DOLAR 32,3107
EURO 35,0595
ALTIN 2.279,50
BIST 8.971,11
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Giresun 18°C
Yağmurlu
Giresun
18°C
Yağmurlu
Cum 18°C
Cts 18°C
Paz 19°C
Pts 20°C
25.10.2022
70
A+
A-

Refik Durubaş “Seni hangi ömrümle sevdiğimi / bir güz yağmurları bildi / bir de saçlarına düşen sonbahar “ dizeleriyle anlatır sonbaharı; Cahit Sıtkı “ayva sarı nar kırmızı” dizesiyle betimler. Güz, Eski Türkçe döneminden bu yana kullanılan bir sözcüktür. Güz ile birlikte dilimizde Arap dilinden giren bahar önüne ilk ya da son sözcüklerini alarak yaz öncesini ya da yaz sonrasını mevsimleri karşılar.
Dilin bir gerçeği vardır. Bünyesine aldığı yabancı dilden sözcükle bünyesinde var olan Türkçe sözcüğü uzunca bir dönem birlikte kullanır. Sonuçta biri kullanımdan düşer, diğeri kalıcılaşır. Örnek mi? Aynı kavramı karşılayan uçmak ve cennet; sayrı ve hasta sözcüklerinden Türkçesi kullanımdan düşmüş, Arapçası kalıcılaşmış. Ya da İngilizce kökenli kompüter ile Türkçe bilgisayar yine yan yana yarışa girmiş; bu kez kazanan Türkçe sözcük olmuş… Bu durum, iki Türkçe sözcükte de geçerli olabiliyor. Çimmek-yıkanmak; sınık-kemik sözcüklerinden çimmek ve sınık unutulmaya yüz tutarken yıkanmak ve kemik kullanılıyor.
Günümüzde sonbahar ve güz sözcükleri birlikte kullanılıyor. Birinin diğerine üstünlüğü henüz söz konusu değil. Refik Durubaş, “Kırık Ayna” şiirinde bu iki sözcüğe de yer veriyor: sonbahar akşamları / güz yağmurları. Gelecekte ne olur? Hep böyle birlikte mi kullanılır bu iki sözcük ya da yarışı hangisi kazanır, hangisi kaybeder kestirmek güç! Benim gönlüm güz sözcüğünden yana.
Güz hüzün ayıdır, bir anlamda; romantik bir güzelliktir. Güneş daha az ısıtır bu mevsimde. Yeşil dallar önce sarıya sonra turuncuya dönüşür. Güz yağmurları başlar. Soğuk rüzgârlar yaprakları koparır bir bir ağaçlardan. Otlar, çimenler, çiçekler solgunlaşır boynunu büker soğuk gecelerde. Bu doğal olguyu 16. Yüzyıl Divan şairi Bâkî çokça bilinen gazelinde “Eşcâr-ı bağ hırka-ı tecrîde girdiler /
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan” dizeleriyle ile betimler. Bağın ağaçları soyunma, arınma hırkası giyerler; güz rüzgârları çınarın ele benzeyen yapraklarını koparır. Bu, beytin somutlaşan dış yüzüdür. Bir de soyut iç yüzü söz konusudur. Beyitte geçen “tecrîd ve el almak” terimleri; tekke- tasavvuf öğretisi ile ilgilidir. Tecrid, tekkeye giren dervişin kalbini ve kafasını dünya nimetlerinden kurtarıp gönlünü ilahi aşkla doldurması; bir başka söylemle çileye girmesidir. El almak, çilesini dolduran erenin şeyhinden izin alması, bağımsızlaşması; kendi yolunu bulması, kendi kozasını örmesi anlamı taşımaktadır. Yunus Emre de Taptuk’un tekkesinde uzun yıllar hizmet vererek çilesini doldurup hamlıktan kurtulmuş, pişmiş ve sonuçta yanarak olgunluğa erişmiş.
Güzün iki önemli meyvesinden biri ayva, diğeri nar! Bu iki meyve, kimi ozanların iç dünyalarını yansıtan dizelerde yer almış. Bunlardan biri de Behçet Aysan. Nar, bir simgeye dönüşür, Aysan’da. Ozan iç dünyası ile nar arasında bir bağlantı kuruyor: “kırgınım, saçılmış / bir nar gibiyim “Nar ve kırgınlık! Güz güneşiyle olgunlaşıp kabuğu çatlayan nar, içinde sakladığı kırmızı tanelerini gün yüzüne çıkarınca bir başka alımlı olur.
İnsanın iştahını kabartır. Besleyici bir güz meyvesi olmasının ötesinde görünümü ve rengi ile yakıcı aşkları çağrıştırır, içindeki taneleri ile aşk acılarını… Kırgınlıklarını saçılmış nar tanelerine benzetiyor; ardından kendini sessiz akan bir ırmağa, Aysan. Kabuğunun içinde bir arada sımsıkı bulunan taneler, saçılınca bütünlüğü kaybeder. Sevgilisi ile olan ilişkisinde, saçılan nar taneleri gibi bir dağılma, savrulma yaşıyor, belli ki. Kırgın, üzgün, ümitsiz… Kendini sakin akan ırmak gibi düşünse de tedirgin. Son sözü sevgiliden bekliyor. Öyle anlaşılıyor ki sevgilisinin ağzından çıkacak ‘gitmek’ ya da ‘kalmak’ sözcüğüne düğümlenmiş, yazgısı. Bir anlamda sevgilinin iki dudağına tutsak olmuş. Gönlü sevgilinin’kal’ demesinden yana; ya ‘git’ derse…

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım
git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım
ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
Özne, edilgen bir ruh haline bürünmüştür. Elinden bir şey gelmez. Ya da kendisini böyle göstermektedir. Neden böyle yaptığı dizelerde kapalı tutulmuş, açıklanmıyor; fakat sezdirilmeye çalışılıyor. Bir yerde ipler kopmuş; sonuçta eli kolu bağlanmış. Her şey sevgilinin önceliğine, yeğlemesine bırakılmış. Git denilirse umudu kırılacak, sevgili ile geçirdiği iyi ve kötü günleri ardında bırakacak! Bu dizeler, bana, Turgut Uyar’ın “Herkesin Bir Şiiri Vardır” adlı şiirini anımsatır:

Herkesin
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır…
İçinden bir türlü uğurlayamadığı…

Suçlu mudur Aysan? Bir yanlış, bir hata mı, bir densizlik mi yapmıştır? Sevgiliyi çok mu kırmış, gücendirmiştir? Şiiri okuyunca bu ve benzeri sorular geliyor usuma; bir de Necatiğil’in “Gizli Sevda” şiirinde eski sevgiliye gönderme yapılan “Bir suçlu gibi ezik / Sana selam söyledi” dizeleri…
Ayrılıkla son bulan yaşanmışlıklar, aşklar öyle kolay kolay unutulmaz. Yüreğin bir köşesinde kabuk bağlayan anılar gün gelir depreşir. Böyle durumlarda bir eziklik, bir suçluluk, dahası pişmanlık duygusu yaşanır. Ya sessizliğe bürünüp iç dünyasıyla hesaplaşır insan ya da duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşarak avunmaya, içindeki ateşi soğutmaya çalışır. Bir başka yol da şiire sığınmaktır. Aysan bu üçüncü yolu seçiyor:
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım
belki
sararmış
eski resimlerde kalırım
belki esmer bir çocuğun dilinde.

Şiir gelir insana dokunur. Bir başka söylemle yüreğin çığlığıdır ya da coşkusudur. Bu yürek çığlığını, bu yürek coşkusunu can evinde duyumsayan ozanlar, nice duygulu, içli dizelere imza atmışlar… Nice sevdaları, aşkları, ayrılıkları şiir yoluyla anıtlaştırmışlar…
Ünlü ressam, ozan Bedri Rahmi “Nar tanem, nur tanem, bir tanem” diye seslenir, sevgiliye; donanımlı, birikimli, önemli bir halk ozanı olan bozkırın tezenesi “Nar tanesi tanesi / Seviyom nar tanesi / Güzellerin içinde / Sevdiğim bir tanesi” diye… Ya bozkırın tezenesinin ayrılık üzerine söylediği insanın burnunun direğini sızlatan şu türküye demeli? “Yazımı kışa çevirdin / Bak gözümde yaşa Leyla /Mevla’m ayrılık vermesin / Gökte uçan kuşa Leyla”…
Çatlayan kabuğunun içindeki damarlı, ince beyaz perdelerde dizili yüzlerce diri, canlı, göz alıcı kıpkırmızı nar taneleri… Bir coşkudur bu, bir güzellik. Bir sevgi halesidir, nar. Sevgili bu yüzden nara benzetilir, şiirde. Ressamlar bu yüzden nar motifli tablolara imza atarlar… Ve kendini saçılmış nar taneleri ile özdeşleştiren Aysan, son sözlerini söyler:
bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti
değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.
aynı gökyüzü aynı keder.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.