HEY GİDİ KARADENİZ
Hey gidi Karadeniz
Takalarında yelkeniz.
Suyun dibini görür geceleri
Gündüzleri bulutlarına değeriz.
Yeşilini özledim Karadeniz’in
Derin vadiler sarar üç yanımdan,
Suların taşıdığı çakıl taşları
Sesi gelir aşkımızın deniz kenarından…
Fahrettin Çiloğlu’nun da belirttiği gibi ‘yeşilin maviyle öpüştüğü’ yerdir, özellikle Doğu Karadeniz. Bir bitmeyen öyküdür, bir bitmeyen masal… Sevgidir, coşkudur; emektir, çiledir; sabırdır, öfkedir… Türküdür, şarkıdır, şiirdir; gerçektir, düştür; bir tatlı bakış, bir hoş gülüştür…
Mavi gök, mavi deniz, beyaz köpükler; balıkçılar, kayıklar, motorlar, takalar; kıpır kıpır balıklar; mavi suların üzerinde uçuşan beyaz martılar; dalıp çıkan karabataklar… Dışı seni içi beni yakar diyen parası pul, karısı dul gemiciler, gemiler, şilepler… Zaman zaman süt limandır, Karadeniz; kıpır kıpır yürekleri kendine çeker; zaman zaman dalgalıdır; bükülmeyen bilekleri büker. Güzeldir, çirkindir; kolaydır, zordur…
Dere boyu yemyeşil dar vadiler, fındıklarla bezenmiş yemyeşil dik yamaçlar, oraya buraya serpiştirilmiş doğayla uyumlu evler; meyveli, meyvesiz çeşit çeşit ağaçlar, uçları göyermiş kara kara çileklerle eğilmiş dikenler; bağrından soğuk sular akan, eteklerinde sarı, mor çiçekli orman gülleri açan dağlar, obaların kurulduğu yaylalar, başından sis, duman eksik olmayan zirveler…
Doğası ile insanı; insanı ile doğası sarmaş dolaş olmuş, bir sevgi halesine bürünmüştür; Doğu Karadeniz’de. Takalar, suyun dibi, bulutlar, yağmur, güneş bu halenin birer çemberidir. Her bir çemberde hem yürek vardır, hem gönül, hem duygu, düş, düşünce… Bu kaynaşmayı anlatan en etkili dildir, türküler. “Sen yağmur ol ben bulut / Maçka’da buluşalım” ya da “Yelde kemençe sezilmiş / Çamlar horana dizilmiş” dizeleri, insan ile doğa ilişkisini en yalın, en etkileyici anlatan türkü sözleridir. Ne yağmuru eksik olur Karadeniz’in ne bulutu! Bulutun yağmura dönüşmesini “Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda” dizesiyle dile getirir, Şehriyar. Bu özgün bir anlatımdır. Bulut ile yağmur ile yüreğinin sesini yoğurmuş, türkü yakıcı. Sevgiliyi yağmura, kendini buluta benzeterek, bir başka söylemle doğadan insana aktarmalar yaparak sevdasını, aşkını, sevgisini anlatmış. Bulut nasıl yağmur tanelerini içinde taşıyor, sarıp sarmalıyorsa seven de sevdiğini öyle içinde taşımak, sarıp sarmalamak istiyor. Bir diğer türkü, insandan doğaya aktarma yaparak yel sesini kemençe sesine benzetmiş; çamlara horan oynatmış. Doğa ile insanın konuşması, dertleşmesi, kucaklaşması bu olsa gerek.
Takalarda yelken olmak; bir anlamda denizle, takalarla bütünleşmektir. Taka rızıktır, emektir; ekmeği denizden çıkarmaktır. Dizedeki takalar, duygu yüklü, emek yüklü bir başka taka şiirine savurur, düşlerimi. Bülent Ecevit’in “allı yeşilli, nazlı, yelkenlilerden güzel” sözleriyle betimlediği takalarla, mavi sularda yol alır, duygularım:
Takalar geçiyor yükle yürekle
Takalar geçiyor emekle dolu
Günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
Denizlerde Anadolu…
Bu dizeler, yine, insanla doğa arasındaki sıcak ilişkiyi ele veriyor. Bir bakıma insanla doğanın dostluğuna, sevgisine, bağlılığına, işbirliğine vurgu yapılıyor. Anadolu deniz oluyor, deniz Anadolu! Sonuçta gemiciler, günlük güneşlik kıyıların, bir başka söylemle Anadolu’nun ekmeğini denizden çıkaran emekçileri. Bu insanlar ninnilerle beşiklerde büyümüşler; gaydalarla denizde rızık aramışlar. Hava bozunca “ Çekin uşaklar çekin / Hemen aldık ırgatı / Geliyor bir sert poyraz / Vuralım iki katı” diye türküye başlamışlar; fırtına geçince “ Dağı aldı bir duman / Oh hava güzel yaman / Doğru söyle ah gelin / Bayıldım aman aman” diyerek kaygı dağlarının gölgesini sevgi denizinde eritmişler…
Gece suyun dibini görmek, özgün bir imgedir, hoş bir şiir dilidir; gündüzleri başın bulutlara değmesi, bir başka özgün imgedir, bir başka şiir dili… Sevinmek, mutlu olmak anlamında kullanılan “başı göğe ermek” deyimini bozarak kullanmış, Çiloğlu. Gece suyun dibini görecek kadar denize; gündüz başı bulutlara değecek kadar toprağa bağlıdır, insan. Toprağı eker, diker, toplar; denizde kısmetini arar…
Doğu Karadeniz’i yeşil ve mavinin tonlarında biçimlenen, derinleşen renkli, coşkulu, duygulu bir tabloya benzetirim. O tabloda önde deniz, ardında dere boyu kıvrılıp uzayan yemyeşil vadi; arkasında mavi göğe yükselen tepeler, ileride ak bulutlar… Güneşli aydınlık günler, yağmurlu günler; sisli, dumanlı, karlı günler. Her mevsim ayrı bir güzelliktir, her mevsim ayrı bir coşku.
Hareketli yaşamı, çabukluğu, sabırsızlığı, hızlı düşünmesi, aceleciliği, sevgisi, merhameti, öfkesi ile her bir insanı ayrı bir öyküdür. Doğa insan ilişkisi masal tadındadır. Hani bir şarkı vardır; içinde “ Bana bir masal anlat baba / İçinde denizler balıklar / Yağmurla kar olsun / Güneşle ay” sözleri geçer. İşte bu şarkı gibi yumuşaktır, akıcıdır, sıcaktır, candandır, insanı. Hep böyle midir? Hayır! An gelir, dalgalı deniz gibi hırçınlaşır, köpürür, öfkelenir, öfkesini gizlemez; ağzına, diline geleni söyler. Ama kin duymaz; biraz zaman geçince süt liman denizlere döner; durulur, yumuşar, sakinleşir. Hem güler, hem ağlar; hem kızar, hem sevinir; hem türkü yakar hem ağıt söyler; ekmeklidir, şakacıdır, dost canlısıdır, insancıldır. Kıvraktır, hareketlidir, yerinde duramaz. Sevgisi deniz gibidir, öfkesi dağ gibi; gönlü, içinde yeşilin her tonunu barındıran vadiler gibi. Yaşadığı çevreye benzer Doğu Karadenizli. Hem çetin hem kolaydır yaşantısı; inişleri, çıkışları, yokuşları vardır.
Toprağa, denize, dereye, yaylaya, dağa, yokuşa, inişe, yeşile sevdalıdır, Karadenizli; bir de gönlünü çalan güzele… Sevdi mi candan sever. Gönül pınarından sevgi sunar, sevdiğine… Sevdalı değil, karasevdalıdır, Karadeniz delikanlısı. Fuzûlî, “Ya Rab belâ-ı aşk ile kıl âşinâ beni / Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni” diyerek Tanrı’dan daha çok aşk sıkıntısı, acısı, çilesi ister. Bu yolla olgunlaşacağına, daha büyük bir sevgiyle, aşka sevdiğine bağlanacağına, inanır. Karadeniz insanı da böyledir, canını verecek kadar sevdiğine bağlıdır. Aşkı, sevdası yüreğinde yara, dilinde türküdür:
Karardı Karadeniz
Sardı dört yanımızı
Bu gaybana sevdalık
Alacak canımızı
Doğu Karadeniz’in kırsal kesiminde kullanılan bir sözcüktür, gaybana. Kimi zaman andır sözcüğü ile birlikte kullanılır. Çekilmez, baş belası, kötü gibi anlamlara gelir. Ayrıca sevgili için kullanılan bir sitem dilidir. Bir başka türküde “ Aylar bana ay bana / Vaylar bana vay bana / Ellerin yâri geldi / Nerde benim gaybana” olarak yer alır. Ne yazık ki bu sözcük/ler unutulmaya yüz tutmakta, günümüzde. Kimi sözcükler çoktan unutuldu. Bunlardan atmaca anlamında kullanılan “felce” ağaçta yaşayan bir çeşit böcek, hamam böceği anlamına gelen “kakalak”, sesin net duyulduğu yer, kıran anlamında, anlamak eyleminden bozma “annak” çoktan unutuldu.
Çiloğlu’nun “Suların taşıdığı çakıl taşları / Sesi gelir aşkımızın deniz kenarından” dizeleri, beni, yine Bülent Ecevit’in bir şiirine götürüyor:
birlikte öğrendik seninle
avucumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi
el ele duyduk kumsalda
denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi
Denizin bin yılda yonttuğu kumsaldaki taşlar, sevginin simgesidir. Bir başka anlatımla sabrın sevgiye dönüşmesidir. Taşlar nasıl yıllarca yontula yontula kabuğundan sıyrılıp biçimlenerek özünü bulmuşsa, sevgiye erişmişse insan da taş gibi yontularak, derviş gibi ham duygularından sıyrılarak can evindeki derin sevgiye ulaşabilir. Şiirin büyüleyen, etkileyen sıcak dilinde, yürek çırpınışları ‘çakıl taşları’nda düğümlenir, her iki ozanda. Dalgaların her seferinde kıyıya sürükleyip geri aldığı çakıl taşlarında aşkın sesini duyar, Çiloğlu. Kumsaldaki yontulmuş taşa sevgiyi duyar, Ecevit.
Ne türküler söylendi, ne şiirler yazıldı, ne öyküler, romanlar kurgulandı Karadeniz üzerine… Özellikle Doğu Karadeniz, türküsü, şiiri, öyküsü, romanı bitmez tükenmez kocaman bir yürek. Her vuruşunda ayrı bir sevda, ayrı bir hülya, ayrı bir dünya… Hey gidi Karadeniz, hey!