DOLAR 32,3610
EURO 34,9649
ALTIN 2.325,21
BIST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Giresun 18°C
Açık
Giresun
18°C
Açık
Cts 19°C
Paz 20°C
Pts 22°C
Sal 20°C

ŞAPKALI EVİMİN TERASINDA HUZUR VE HÜZÜN

06.09.2022
72
A+
A-

Bu sabah hava berrak
Bu sabah her şey billurdan gibi
Gök masmavi bu sabah
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar
Huzur, mutluluk, sevgi kokan bu şiir Cahit Sıtkı Tarancı’nın kaleminden dökülmüş dizelere. Ben de Tarancı gibi billur sabahları çok severim. Erken uyanırım. Kahvaltı sonrası bir bardak çayla şapkalı evimin terasına çıkarım. Üstümde, dört yana huzur eleyen açık mavi gökyüzü; ilerde, ruhuma dinginlik veren deniz… Karşı tepenin üstünden gülümseyen güneş… Her şey sevgiye gebedir, her şey mutluluğa. Önce dağdan gelen esintiyle ciğerlerimi doldururum sonra kanepeye oturur, sırtımı mindere dayar uzaktan yakına hassas bir radar gibi çevreyi tararım.
İleride gökle denizi kesiştiren ufuk çizgisi ile kara arasında kımıltısız Karadeniz… Dingin sularda kısmet arayan üç beş kayık… Ufuk çizgisinden göğe doğru yükselip dağılan pamuksu bulutlar ve açık mavi derinlikler… Ruhumda hoş, tatlı bir sıcaklık, duygularım kıpır kıpır; düşlerim, düşüncelerim aydınlık… Kısık sesle kimseyi rahatsız etmeden bir deniz türküsü söylemek ya da bir deniz şiiri okumak geliyor içimden. Öyle de oluyor. Hem deniz türküsü söylüyorum hem deniz şiiri okuyorum…
Hey gidi Karadeniz
Doldu da taşamadı
Etmeyelim sevdalık
Edenler yaşamadı

Hey gidi Karadeniz
Sardı dört yanımızı
Andır kalsın sevdalık
Alacak canımızı…
Türkü söyleyerek denize bakmanın ya da denize bakarak türkü söylemenin keyfi bir başka! Öyle ki suları dalgalandırmadan usul usul yol alan albenili beyaz bir yelkenli tadında gönlüm. Dala konan bir kuş kısa aralıklarla art arda tatlı tatlı ötüyor. Belli ki kur yapıyor. Bir başka kuş halı dokur gibi öterek karşılık veriyor. Cırcır böceği bıkmadan usanmadan saz çalıyor. Henüz sabah. Ne insan sesi var ne de araba gürültüsü. Rahatım, mutluyum, huzurluyum dahası keyifliyim…
Böylesi dingin, hoş, huzurlu ortamda “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var” diyen bilge ozan Ataol Behramoğlu’nun yüreğindeki sevinci dile getirdiği dizeler geliveriyor, dilime:
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Ben de öyle yapıyorum. Saatlerce olmasa da dakikalarca bakıyorum açık mavi gökyüzüne; dakikalarca bakıyorum engin denize… Huzur! Büyük ozan Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerini eritiyorum yüreğimde…
Yemyeşil vadinin koynunda sessizce akan Çömlekçi Deresi sakin, duru ve berrak! Suyun içindeki irili ufaklı taşları seçebiliyorum, uzaktan. Denize kavuşmadan önce çizdiği son menderese takılıyor gözlerim. Çocukluğumuzda, gençliğimizde çimdiğimiz gölcükleri anımsıyorum; balık tuttuğumuz akakları… Ortaçay’ı arıyor gözlerim. Yok! Ne yazık ki yıllar önce küçük sanayi sitesi yapılarak betona kurban edildi burası. Çevresindeki iri gürgen ağaçlarının altında oturup dinlendiğimiz, yiyip içtiğimiz, sohbet ettiğimiz, elimize diken bata bata böğürtlen toplayıp iştahla midemize indirdiğimiz günlerden geriye kalan sıcak duygular hüzünlü duygulara eviriliyor, bir anda. İçim burkuluyor, keyfim kaçıyor. Kara kara iken çilekleri, iri gürgen ağaçları; bir taştan diğerine uçup konan kuyruksallayanlar; çiçekten çiçeğe konan arılar, böcekler; çimdiğimiz dere, top oynadığımız çimenlik… Hiç biri yok artık! Çirkin, kaba küçük sanayi sitesi bir hançer gibi batmış yüreğine Ortaçay’ın. Sevincim kursağımda kalıyor. Hüzün rüzgârları ile doluyor gönül yelkenim… Daha fazla kaçsın istemiyorum, keyfim. Gözlerimi karşı yamaçlara çeviriyorum…
Vadinin iki yakasından dağdan denize inen yemyeşil dik iki yamaç, önlü arkalı, içe bükülüyor, tatlı bir kavis çizerek alçalıyor; denize yakın bir noktada derenin son menderesinin koynunda büzülüp derin bir uykuya dalıyor. Her iki yakada fındık bahçeleri, hemen yanında öbek öbek iri gövdeli, uzun ağaçlar, tepede serin servilerin altında sessiz mezarlık… Rus işgali gören, işgalin acılarını, sıkıntılarını, yaralarını yüreğinde duyumsayan Guvan Daşı, gururlu bir kahraman edasıyla özgürlüğün tadını çıkarıyor. Yamaçlarda orada burada kümelenmiş çok katlı çirkin evler… Eskiden boyu meyve ağacının altında kalan ahır bağı kara taştan yapılıp üst katı taşıyıcı ağaç direkler üzerine inşa edilen teneke çatılı bağdadi evler vardı, bu yamaçlarda. Yan duvarları, iç bölmeleri çaprazlama çakılan çıtaların içi çamura bulanmış küçük taşlarla doldurulup yüzeyi kireç, kum karışımı harçla sıvanan doğayla uyumlu güzelim evler ne yazık ki ilgisizlikten, bakımsızlıktan çöktü, yok oldu. Yalnızca bu evler yok olmadı. Çevresindeki ağaç direkler üzerine inşa edilen sofalı ahşap mazı(u)lar da aldı başını gitti; gazel tamları da, sap otlukları da, samanlıklar da… Darı dövülen çöteler; mısır kurutulan fırınlar, çötenler, şıranalar, dibekler de… Dere boyu sıra sıra onca değirmen de…
Simsiyah irice bir atmaca kanat çırparak dere boyu ilerliyor. Belli ki yerde hareket eden bir av arıyor. Serçeler susuyor. Derin bir sessizlik… Az sonra güvercinler topluca şapkalı evimin önündeki elektrik direğinin tellerine konuyor, sonra birer ikişer tarlaya iniyorlar… Güneye doğru bakıyorum. Tüm görkemi ile gülümsüyor Sis Dağı! Başı dumansız; üstünde bulutlar yok. Mavi gök gittikçe derinleşiyor. Tepeler yemyeşil; yamaçlar yer yer sisli. Kaçak yapıların çinko çatısına vuran güneş, koyu, parlak bir ışığa dönüşüp yansıyor… Sis Dağı’nı düşünüyorum, şimdi. Tam da yayla zamanı. Obalarda yaylacılar; otlaklarda sığırlar, koyunlar, atlar; otantik giysili kızlar, sevdalı delikanlılar; küçücük tarlalarını ekip diken yaşlı kadınlar… Sis’e bakarken gerçekle düş arasında gidip geliyorum…
Sis, görkemli bir dağ olmanın ötesinde görkemli bir kültür yurdudur da… Yüzlerce yıllık yayla kültürü bu dağın eteklerinde filizlenmiş. Pazarlar bu dağda kurulmuş; şenlikler bu dağda yapılmış… Yayla, yoğurmuş, mayalamış, pişirmiş insanları kendine benzetmiş. Çalışkandır yayla insanı. Dirençlidir, ataktır, üretkendir. Güçlüklere karşı göğüs gerer. Yardımlaşır, dayanışır; zoru kolay eder. Sevgisi, merhameti, hoşgörüsü yayla çiçeklerine benzer; öfkesi kara bulutlara, yağmura, kara, borana… Tez canlıdır yayla insanı, sabırsızdır. Ele avuca sığmaz.
Öyküler söylenmiş, masallar anlatılmış. Onlarca atma türkü düzülmüş; onca türkü yakılmış Sis Dağı üzerine… Kiminde “Sis Dağı’nın başları / Püfür püfür esiyu / Baban bu yıl gurbanı / Çifter çifter kesiyu” denilmiş, kiminde “Sis Dağı’nın başında / Dumanlar yarışıyu / Ben sevdim alamıyum / Eller ne garışıyu”… Atma türküde “Ah Sis Dağı, Sis Dağı / Dımanın benim ile / Canım ayru geziyu / Urufum senin ile”… Sevda ateşi ile yanan yüreğin acısını, üzüntüsünü ‘uruf’ sözcüğü ile dile getirilmiş…
Şarli, Ağalar Tamı, Yatak Yeri, Erkek Su, Han Yanı, Ambarlı, Örümcek… Sis Dağı obaları gelip geçiyor gözlerimin önünden. Şimdi oralarda gök mavi, yer yeşil. Şimdi obalarda koyun sesleri, kuzu melemeleri… Şimdi obalarda beli kuşaklı kadınlar, icili bicili giysili kızlar… Dahası obalar coşkudur, sevgidir, sevdadır, aşktır. Şu türkünün sözlerine bakar mısınız? Nasıl bir yürek var içinde: Yaylaya kurdum soba / Ey gidi büyük oba / Dedi kurban olayım / Ayırma bizi baba…
Armut ağacının dalına konan bir kuş, yine tatlı tatlı ötmeye başladı. Bu ses, beni, düşlerimden, duygularımda kopardı. Gülümsedim. Duymak, düşünmek, düşlemek ne kadar güzelmiş, meğer. Şapkalı evimin terasında, sabahları kanepeye oturmak, çay yudumlamak, gözlem yapmak, düşler kurmak, duygulanmak ne güzelmiş… Mutluyum, huzurluyum, dinginim burada. Karşımda meyve yüklü dalları eğilmiş armut ağacı. Olgunlaşan armutlar birer ikişer yere düşüyor. Baharın gelişiyle önce bembeyaz çiçeklere bürüyor, sonra çiçekler meyveye dönüyor. Şimdi dallarındaki meyveler ikişer üçer düşüyor, çimene.
Faruk Nazif Çamlıbel’in “Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim” dizeleriyle başlayan şiirini anımsadım. Vakit akşamdır. Batmak üzere olan güneş, usta bir ressam gibi her yeri kızıl renge boyamaktadır. Bu olgu, ozanı bilmediği bir âleme götürür. Bu, doğayı başka türlü görmek, başka türlü algılamaktır. Ben de bu sabah, şapkalı evimin terasında kanepeye oturduğumda gerçeklerden düşlere, düşlerden gerçeklere gidip geldim. Yemyeşil doğayı, masmavi gökyüzünü, denizi, vadiyi, dereyi, Sis’i hem tüm doğallığı, yalınlığıyla gözlemledim hem başka türlü gördüm, algıladım. Huzur buldum, mutlu oldum, hüzünlendim…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.