DOLAR 35,1981
EURO 36,7471
ALTIN 2.968,65
BIST 9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Giresun 14°C
Hafif Yağmurlu
Giresun
14°C
Hafif Yağmurlu
Paz 12°C
Pts 17°C
Sal 18°C
Çar 16°C

YİĞİT MUHTAÇ OLMUŞ KURU SOĞANA

18.04.2023
220
A+
A-

Mal almayız satmak için
Tuz almayız tatmak için
Bezimiz yok yırtmak için
Zam üstüne zam yapılır
Âşık Mahzuni Şerif’in (1939-2002 yokluğu, yoksulluğu işleyen bir taşlamasından alınma. Dörtlüklerden birinde pahalılıktan dile getiriliyor: Zam üstüne zam! Bu yergi şiirinin hangi tarihte yazıldığını bilmiyorum doğrusu. 1939 doğumlu olan Mahsuni Şerif 2002’de vefat etti. Dolayısıyla bu şiir günümüzden yıllar önce kaleme alınmış ve türkü olarak söylenmiş olmalı. Ne var ki zam olgusu geçmiş yıllarda olduğu gibi günümüzde de güncelliğini koruyor. Günümüzün en önemli konusu yine zam!
Bugünlerde medyanın gündeminde yer alan haberlerden biri de kuru soğan! Kilosu bazı pazar, market ve diğer satış yerlerinde yirmi beş lira; bazı pazar, market ve satış yerlerinde otuz lira! Dörtnala giden soğandaki bu fiyat artışına yani zama herkes gibi ben de tanık oluyorum. Bu duruma şaşmamak, üzülmemek elde değil!
Şaşkınım, öfkeliyim, üzgünüm… Yalnızca kuru soğana değil şaşkınlığım, öfkem. Cebimdeki para her gün kıtır kıtır eriyor. Birkaç gün önce alınan bir ürünü birkaç gün sonra aynı fiyattan almak mümkün değil! Tabiri caizse her gün zam… Çarşıda, pazarda, adım attığın her yerde pahalılık! Zam yağmurun başını çeken soğan söz konusu olunca Mahzuni Şerif’in ünlü türküsü geliveriyor usuma. Dudaklarım oynamıyor ama içim çağıl çağıl… Ezgisi ile sözleri ile beynimde yankılanıyor türkü:
Milletin sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi? Söylemesem mi?
Çalıp çağırırken ne kadar da mahzun Mahzuni Şerif! Sesinde bir serzenişten öte bir mahcubiyet var: Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana! Yalnızca yiğit mi muhtaç kuru soğana? Hayır! Yoksulluk diz boyu! Enflasyonun yarattığı hayat pahalılığı sırtı kalın varsıl insanlara dokunmuyor öyle; dar gelirli ve yoksul insanları çaresiz bırakıyor… Yaşadığımız topraklarda yüzyıllardır çözülemeyen bir sorun yoksulluk. Karacaoğlan da yoksulluktan söz ediyor, Mahzuni Şerif de… Hangimizin kalbine batmıyor, Karacaoğlan’ın şu dizeleri?
Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Fiyatı şaha kalkan bir tek soğan mı? Hayır! Patates de öyle domates de meyve de sebze de; giyim kuşam da, eşya da… Fiyatı yerinde sayan ya da düşen yok mu? Var elbette! Örneğin, alışveriş merkezlerinde, markalı satış mağazalarının camlarında “indirim”, “autlet”, “skitki” yazıyor. Bunlardan ilkinin geçmiş yıllardaki adı Arapçadan gelme tenzilattı, dilimizde. Autlet, İngilizce; skitki Rusça. İndirimler yalnızca sezon sonlarıyla sınırlı değil; bazı markalı ürünlerin autlet yazan albenili mağazalarında, güya, yıl boyu indirimli satışlar yapılıyor. İçeri girdiğinizde satışa sunulan ürünler el yakıyor! Sonuçta, bunun bir pazarlama yöntemi olduğunu anlıyorsunuz. Nasıl mı? Satışa sunulan ürünün fiyatını önce yüzde iki yüze kadar artırıyorlar sonra yeni (artırılmış) fiyatı üzerinden yüzde elli indiriyorlar. Dolayısıyla ürün indirim etiketi altında, önceki fiyatının çok üstünde fakat güncel fiyatının epeyce altında satışa sunuluyor…
Bizde tane ile meyve, sebze alma ya da gramla et alma alışkanlığı ya da kültürü oluşmamıştı, yakın tarihe kadar. Bu da oldu! Bunu da görüyoruz ya da yaşıyoruz, artık. Gazete sayfalarında yer alıyor ya da ekranlara yansıyor soğanla ilgili güzellemeler. Kimi soğanı çeyrek altınla mukayese ediyor; kimi tartıp üzerine yapıştırdığı etiketi gösteriyor! Bir ya da yarım kilo değil; tek bir soğan iriliğine göre yedi lira ile on bir lira arasında değişiyor. Şaka gibi ama gerçek!
Kuşkusuz soğan lokomotif! Arkasında vagonlar… Raylar üzerinde tam gaz gidiyorlar… Alım gücü azalıyor gün gün… Etin, peynirin, yağın yanına yaklaşmak cesaret istiyor. Cebinde ya da cüzdanında yeterli paran varsa et, peynir, süt alabiliyorsun. Yoksa ya boyun büküyorsun ya da sabahın köründe kuyruğa girmek için yola çıkıyorsun. Ucuz et almak için et ve balık kurumu önünde kuyruklar oluşuyor; bu soğuk günlerde…
Orhan Veli’nin yokluğu, yoksulluğu şakayla karışık anlattığı dizeler de güldürmüyor artık, yüzleri. Ne diyordu Veli’nin oğlu Orhan Veli:
Cep delik, cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik,
Kevgir misin be kardeşlik
Bırakın cepkeni, kaftanı bir yana. Şakanın sırası değil. Cep delik değil ama çoğu insan elini cebine atmaya korkuyor. Hayat çok pahalı! Öyle, her şey Orhan Veli’nin dediği gibi değil. İroninin hiç zamanı değil. Pahalılık karşısında kevgire döndük doğrusu. Kimse bedava yaşamıyor, öyle. Bir zamanlar neler bedavaymış? Orhan Veli’ye kulak verelim:
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava…
Bunları ben söylemiyorum. Orhan Veli söylüyor. Ne var ki dışımızdaki dünyanın bir yanı bedava diğer yanı paralı… İşte paralı dünya: Albenili, ışıltılı, renkli caddelerde, camlar yani gösterişli vitrinlerde teşhir edilen ürünler parayla ilintili. Çok parası olan alabiliyor, teşhirdeki ürünleri. Rahatsız olan, ezilen dar gelirliye evin yolunu tutmak düşüyor. Ev bir kaçış noktası, bir sığınaktır, Behçet Necatigil’in dizelerinde. İşte evimize gidelim söylemi üzerine kurgulanan “Dışarda” şiiri:
Alay eder küçümser eziliriz girsek
Hep paraya saygı camlar
Camların ardı sırnaşık kirli
Yapışkan çarpar
Evimize gidelim.

Bir yanı var ömrümüzün kırık
Farlar büyültür gecede
Garipsi türkülere üzgün
Başlamadan yollar
Evimize gidelim
Neler mi bedava? Yağmur, çamur hatta dolu, kar, fırtına bedava… Sinemaların, gösterişli mağazaların albenili camekânları bedava; hava bedava, musluktan değil çeşmeden, dereden, ırmaktan akan su bedava… Sokak, cadde, meydan bedava! Yürümek bedava! Yürü yürüyebildiğin kadar; dahası, Yahya Kemal’in söylemi ile “Yürü! Hür maviliğin bittiği yere kadar!” Hayal etmek, düşünmek bedava! Ya peynir, ekmek? Ya sinemaların, spor salonların, alışveriş merkezlerinin içi? Ya çarşı pazar, alışveriş merkezleri? Buralar bedava mı? Hayır! Para, para, para! Böyle buyurmuş Napolyon. Suya sabuna dokunmamak bedava; dokunmak para!
Uzun sözün kısası, kısa sözü özü; çarşıya pazara yangın var, eve ateş düşmüş! Yangın var yangın var ben yanıyorum / Yetişin a dostlar tutuşuyorum…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.