AL ELİNE KALEMİ (1)
Uzun süredir hiç ara vermeden yazıyorum…
Davacımıyım?
Hayır…
Yoruldum mu?
Kamil Yılmaz’a sorarsanız, yorulmaya hakkım yokmuş.
Yoksa yok, öylese devam…
Bu yazımda, “Bu bir kılıç balığıdır, anlatılmasa da olurdu” diyenler çıkacaksa da, yazı yazmaya bulaşma öykümden söz etmek istiyorum.
Yazı yazma öyküm oldukça eski. Belki inanamayacaksınız ama, tam 57 yıllık bir öykü…
Vay be! Yarım asırdan 7 yıl fazla…
Koca bir ömür…
O zaman anlatmaya değer…
Anlatayım:
İlk yazımı, Ziraat Bankası’nın “Yerli Malı ve Tutum Haftası” nedeniyle düzenlediği bir yarışma nedeniyle yazdım…
Beşinci sınıfa gidiyorduk.
O zamanlar, cumartesi günleri yarım gün ders yapılıyordu.
(Acaba çarşamba günleri de mi yarım gün ders yapılıyordu?)
Tören sırasında, öğlenden sonra, birer kalem silgi alıp okula gelmemiz, söylendi…
Hiç unutmam, serin bir sonbahar günüydü
Söylenen saatte okula vardık, bizi bir sınıfa aldılar ve her birimizi bir sıraya oturttular…
Bizden, tutumlu olmanın önemini anlatan bir yazı yazmamızı istediler…
Yazı türü, bize bırakılmıştı.
Ben de kolayıma geldiği için, öykü türünü yeğlemiştim…
Bir süre sonra sonuçlar açıklandı.
İkinci olmuştum.
Yarışmada Ersin Cebeci birinci, rahmetlik Selahattin Aydın da üçüncü olmuştu…
Ödül olarak bir kumbara vermişler ve yanlış anımsamıyorsam, adıma da 25 liralık bir banka hesabı açmışlardı…
Merak ediyorum; acaba Ziraat Bankası Eynesil Şubasi, o yarışma dosyasını saklamış mıdır?
Kim bilir, belki de…
Aslında o dosya, bankanın reklamını yapmak için, bulunmaz bir fırsat…
Küçük de olsa, bir başarıdır benim için, gördüğünüz gibi aradan 57 yıl geçmesine karşın utmamışım.
Gençlik yıllarımda ulusal gazetelere de yazılar gönderiyordum.
İlk yazımı, Kuşköy Mobil İlkokulu’nda öğretmenlik yaparken Milliyet Gazetesi’nin ünlü yazarı Abdi İpekçi’ye göndermiştim.
Yıl 1972 olmalı.
O zamanlar, her gün gazete alma olanağımız olmadığı için, gönderdiğim yazının yayınlanıp yayınlanmadığını bilmiyorum…
Dört beş yıl sonra da Cumhuriyet Gazetesi’ne bir yazı gönderdim.
Elle yazdığım bu yazımı, dayım rahmetlik Mustafa Bakır daktiloya çekmişti.
Yazım, kısa bir süre sonra Cumhuriyet Gazetesi’nin Okuyucu Köşesi’nde çıktı…
Yazımın gazetede çıktığını görmek beni çok mutlu etmişti…
Ünlü yazar Mustafa Coşturoğlu’yla tanışmama neden olan Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bu yazıdır.
Eynesil’e tatile gelince, Mehmet Gökal öğretmenime beni sormuş…
Halk Evi’nde buluşup saatlerce sohbet ettik…
Yazımı beğendiğini, yazmaya devam edersem, iyi bir yazar olacağımı söyleyerek, yazma konusunda bana cesaret verdi…
Bu cesaretlendirmeye karşın, yazmaya niye devam etmediğimi de yazacağım ama, önce şu güzel şiiri okuyalım:
“KILIÇ BALIĞININ ÖYKÜSÜ
Bu bir kılıç balığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu
Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım
Sırtımda bir zıpkın yarası
Bahtiyar olmasına bahtiyardım
Nedense gitmiyordu kulağımdan
Bir türlü o ‘Ağ var’ sesleri
Denizkızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam
Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca bir o yana bir bu yana
Siz yok musunuz siz derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığını dibin
Yakamoz içinde bıraktım suları
Ah aysız gecelerde olur ne olursa
Atın beni mor kuşaklı bir takaya
İri gözlerimde keder
Kılıcımda hüzün
Satın beni satın beni
Rakı için”
Halim Şefik Güzelson