TİLİLİK DE VAR MIYDI (2)
Yazının geçen haftaki bölümünü okuyan Mehmet Kavil, tili sözcüğü ile ilgili, “Çok doğru; bazi kızlar adam beğenmezdi, ay falancanın kızı çok tili heri, denirdi.” şeklinde önemli bir katkı yaptı.
Bu değerli katkısı için, kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ahmet Dinç’in, Türkçe’nin Kayıp Kelimeleri adlı kitabında, tili sözcüğünün anlamı, aşırı titiz olarak verilmiş ki, bizim verdiğimiz örneklerde de hemen hemen aynı anlamda kullanılmış.
Bu notu da düştükten sonra, gelelim öbür öykümüze.
Yıllar önce, babasının çalıştırdığı kahvede garsonluk yapan sempatik bir çocuk vardı. Bu sempatik çocuğun ilginç de bir sorunu vardı; ağzına zerre kadar et koymuyordu.
Babası ise, benim bu oğlum öbür çocuklarıma benzemiyor; hayatında ağzına et sürmedi, deyip işi geçiştiriyordu…
Halbuki, bu yaşlardaki çocukların dengeli beslenmeleri için, kırmızı et olmazsa olmaz besinlerin başında geliyor.
Kendi kendime, acaba bu çocuğu et yemeğeğe alıştırmanın bir yolu yok mu, diye sordum.
Biraz kafa yorduktan sonra, yazının başında anlattığım öyküleri de göz önünde bulundurarak bir kabaca bir plan yaptım.
Planım basitti; bu çocuğu önce et kokusuna alıştıracak, daha sonra da ağır ağır et yemesini sağlamaya çalışacaktım.
Plan hazır olunca, hemen uygulamaya koyuldum.
Daha önce, oyun oynarken yemeğimi, başkaları gibi kahveye getirtmek yerine, lokantaya gidip yiyordum.
Planımı uygulamak için, acıkınca ben de, lokantadan ızgara köfte getirmeye başladım.
Gelen köfteleri kendim yerken, köftenin yanında gelen yeşillikleri de çocuğa yediriyordum…
Bu uygulama onunda hoşuna gitti ve bir süre böyle devam etti.
Arada sırada köftelerden de yemesini söylüyordum ama, kabul etmeyince de zorlamıyordum…
Yine birgün oyun oynarken iyice acıkmıştım, her zaman olduğu gibi, lokantaya benim için, köfte söylemesini istedim.
Bir buçuk mu olsun, dedi.
Yok, dedim; bu gün iki porsiyon söyle!
Niye iki porsiyon, diye sordu.
Ben de gülerek, yarım porsiyonunu sen için, dedim.
Ben öyle deyince, gözüme tamam der gibi bakarak gülümsedi.
Galiba başarmıştık.
Köfteler gelince o da geldi.
Tabağı ortaya alınca tabakta iki tane çatal olduğunu gördüm ve şaşkınlıkla gözüne baktım.
Gülümsüyordu, demek köfteyi birlikte yiyeceğiz, dedim.
Deniyeceğim, dedi.
Sevincimden uçmuştum…
Tabaktaki köfteleri birlikte yedik…
O da ben de çocuklar gibi sevinçliydik.
Masayı toplarken, abi köftenin parasın ödedim, dedi.
Niye ödedin, diye çıkışınca, benim daha önceden de köfte borcum vardı, dedi.
Kimin köfte borcu, diye sorunca; abi senin haberin yok, ben iki üç gündür köfte yiyorum, dedi.
Bunları duyunca, önce kendimi rüyada gibi hissettim, kendime gelince de çocuklar gibi sevindim.
Başarmıştık.
Rahmetlik dedem, her işin bir ığrıbı vardır, derdi. Galiba, her işin bir kolayı vardır , demek isterdi.
Kıssadan hisse mi?
Her işin bir ığrıbı varsa , tiliğin de olmalı bir ığrıbı.
Pes etmek yok…