TİLİLİK DE VAR MIYDI? (1)
Çocukluğumuzda yemek seçen çocuklara tili denirdi.
Bu söz galiba aşırı titiz anlamında kullanılıyordu.
Zamanımızda bu sözcüğü pek kullanan kalmadı; bu gidişle unutulup gideceği benziyor…
Yem seçen hayvanlara da tili deniyormuş, bunu da eskiden hayvancılık yapan bir arkadaştan öğrendim. Daha önce duymamıştım.
Üzerinde pek durulması da çocuklar ve aileler için önemli bir sorun olduğunu düşünüyorum yemek tililiğin.
Bu konuda yazılmış makale veya kitap var mı?
Varsa da ben görmedim.
Konunun bilimsel yönünü uzmanlarına bırakıp, öğretici olduğunu düşündüğüm, yaşadığım veya tanık olduğum, üç öyküyü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Umarım birilerinin işine yarar.
Başımdan geçen bir olayla başlıyorum:
1968 yılıydı.
Giresun Kız Öğretmen Okulu giriş sınavını kazanmış, okula kaydımı yaptırmıştım.
Okul, erkekler için, gündüzlü olduğundan barınma sorunu vardı…
Sorduk doruşturduk, en iyi çözümün özel yurtta kalmak olduğuna karar verdik ve Güliş Yurdu’na kayıt olduk.
Bir de Arif Ünal’ın yurdu vardı…
Yurt, o günün koşullarına göre pek de fena değildi ama bazı günlerde çıkan etli nohut yemeğini yiyemediğim için, aç kalıyordum.
Yurt müdürüne çıkıp, durumu anlattım. Nohut çıkan günlerde bana kahvaltılık verilmesini istedim.
Müdür şeker gibi bir adamdı, ben ahçı Ahmet’e söylerim, o sana yardımcı olur, dedi.
Çok sevinmiştim…
Nohut çıktığı günlerde, bana kahvaltılık veriyorlardı.
Aşçı Ahmet abi baba adamdı, bana kahvaltılık yanında, nohut hariç o günkü yemeklerden de veriyordu.
Ayrıca pilavın üstüne, çok az nohut koyup, nohutunu yiyemezsen sıkılma, en azından kokusuna alışırsın, diyordu…
Bir zaman sonra aşçı Ahmet abinin dediği oldu, önce nohutun kokusuna alıştım.
Sonuç mu?
Aşçı Ahmet abi başarmıştı.
Kokusuna alıştığım nohut yemeğini yemeye başlamıştım.
Bugün nohut yemeği sevdiğim yemeklerin başında gelir.
Bu arada adını unuttuğum Güliş Yurdu müdürünü ve aşçı Ahmet abiyi minnetle anıyorum…
Buna benzer bir olaya da öğretmenlik mesleğimin ikinci yılında tanık oldum.
O zamanlar Görele’ye bağlı Kuşköy Mobil İlkokulu’da çalışıyordum.
Okulumuza Burdur Tefenni’den İbrahim Işıldar adında genç bir öğretmen atanmıştı.
İkimizde bekar olduğumuz için birlikte kalıyorduk.
Bazı hafta sonları da hafta sonu tatilimizi Eynesil’de geçiriyorduk.
Bizimkiler onu çok sevmişti…
Yalnız bir sorun vardı, arkadaşımız pancar çorbasını yiyeyimiyordu…
Anam da bunu anladığı için, bizim geleceğimiz günlerde pancar çorbasının yanında etli pancar sarması da yapıyordu.
Anamın etli pancar sarması ünlüdür..
İbrahim arkadaşımız, pancar çorbasının aksine, etli pancar sarmasını çok sevmişti…
Aradan epey bir zaman geçince arkadaşımız, pancar çorbasının kokusuna alıştı ve bir zaman sonra da bizimle birlikte yemeye başladı…
Sorunu anam da hemen hemen aşçı Ahmet abinin yöntemine benzer bir yöntemle çözmüştü.
Boşuna, aklın yolu bir, dememişler!
Yıllar sonra çocuklarıyla ziyaretimize geldiğinde ilk istediği, Esma anamın pancar çorbasından yemek isyorum, oldu.
Anamın evi yakın olduğu için, bizde sabahı beklemeden anamın yanına götürüp isteğini yerine getirdik…
Anam için güzel bir sürpriz olmuştu…