AL ELİNE KALEMİ (2)
Geçen haftaki bölümü, “Bu cesaretlendirmeye karşın, yazmaya niye devam etmediğimi de yazacağım ama…” demiş ve “Kılıç Balığının Öyküsü” şiiriyle bitirmiştim.
O zaman bıraktığımız yerden devam edelim:
Gazetedeki yazımı okuyan bir başka değerli büyüğüm ise, beni görünce, cesaretlendirici bir kaç cümle kurma yerine, oldukça ağır eleştirilerde bulundu.
Anlaşılan yazımı beğenmemişti; Bahri Savcı’nın yazılarını okuyup okumadığımı sordu. Üslubumun, tıpkı Bahri Savcı’nın üslubu gibi ağdalı bir üslup olduğunu filan söyledi…
Yaptığı eleştiri değil, deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla bir linçti…
Moralim bozulmuştu…
Büyüğüm olduğu için, saygısızlık etmemek için, herhangi bir karşılık da verememiştim…
Şimdi düşünüyorum da acaba bu tavrının nedeni, kişisel gelişmemişlik olabilir miydi?
Kim bilir!
Ama ne olursa olsun bu olay beni oldukça etkilemiş, yazı yazma şevkimi kırmıştı…
Bu olaydan sonra, uzun bir süre yazı yazmadım, yazmak istemedim…
Zaten yazacak ortam da yoktu..
Kardeş kardeşe düşman olmuştu…
Toplum, anlamsız bir biçimde, iç savaşa doğru sürükleniyor, ben de çoğu genç gibi payıma düşeni alıyordum.
Okuldan kaydımı silinmesi, çirkin dedikodular, iftiralar, sürgünler ve görevden almalar…
Say sayabilirsen…
Şimdi dönüp bakıyorum da bu yapılanların hepsi benim için, büyük bir şans olmuş…
Bu olanlara kim ve kimler neden olduysa, içtenlikle söylüyorum, hepsinden Allah razı olsun!
Ne de olsa, biraz da onların sayesinde, “Yunus miskin çiğ idik/Piştik elhamdülillah!” diyebiliyorum bugün.
Neyse…
Aslında kendimden bu kadar söz etmem gerekmiyordu ama konu açılınca anlatmak durumu da kaldım.
İdare edin…
Yazı yazmıyordum ama, zaman zaman, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarına mektuplar yazıyordum…
Bu yazdığım mektupların gün yüzüne çıkmasını çok isterim…
Onlar, tarihi değeri olan mektuplardı…
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra tekrar yazı göndermeye başladım Cumhuriyet Gazetesi’ne…
Bir yayımlanan bir de yayımlanmayan iki yazımdan dolayı ifadem alındı.
Yayımlanmayan yazım, yeni hazırlanmakta olan1982 anayasası ile ilgiliydi.
Demek, o günün koşullarında gazeteye koyulacak yazılar, önce görevliler tarafından denetleniyordu…
Yazımın yayımlanıp yayımlanmadığını izlerken, savcılığa çağrıldım.
Yazıyı benim yazıp yazmadığımı; ben yazmışsam, herhangi bir siyasi parti veya parti başkanı tarafından yönlendirilip yönlendirilmediğimi soruyorlardı.
Yazıyı, başkalarının yönlendirmesi olmadan yazdığımı, söyledim.
İfadem inandırıcı bulunmuş olmalı ki, bir daha arayıp soran olmadı.
Bu yazıdan sonra, uzun yıllar herhangi bir yerde yazı yazmadım.
Bu arada önemli bulduğum bilgileri, kafama takılan soruları not etmeyi sürdürüyordum…
Bu notları kaydettiğim defterlerin veya dosyaladığım kağıtların birçoğunu koruyamasam da, yazarken tekrar etmiş olduğum için, o bilgilerin birçoğu belleğimde kalıyordu…
İyi anımsıyorum, 2004 yılının aralık ayının ortalarıydı.
Eynesil’in adı ile ilgili küçük kağıtlara yazdığım notları, A/4 kağıdına sığacak biçimde düzenlemiş, üç beş tane de fotokopisini çıkarmıştım.
Güya dosyaya koyup saklayacaktım.
İşimi görüp, kırtasiyeciden çıkarken Görele Belediyesi’nin önündeki kalabalık dikkatimi çekti.
Yaklaşınca, eski milletvekili hemşehrimiz Halil Çalık’la gazeteci Yaşar Ayaroğlu ve Serdar Kara’nın sohbet ettiklerini gördüm.
Yanlarına yaklaşıp, Halil Çalık’ı hoşladım.
Elimdeki kağıtlar dikkatini çekmişti, ne olduğunu anlayınca fotokopilerin birini aldı ve Oltan Sungurlu bu konularla çok ilgileniyor, bu bilgileri görünce çok sevinecek, dedi.