DEDEMİN CENAZE TÖRENİ (1)
Alucra’nın Karabörk Köyü’nde öğretmenim…
Kahvaltımı yapmış, arkasından da özenerek demlediğim çayın keyfini çıkarıyordum.
Tık tık kapı çalındı.
Öğrencilerin gelmesine daha çok vardı.
Bu saatte kapının çalınmasına bir anlam vermemiştim.
Merak içinde gidip kapıyı açtım.
Köy imamın oğluydu.
Sabah sabah hayırdır, dedim.
O zamanlar, köyün tek telefonu imamın evindeydi….
Hocam, İlköğretimden aradılar. Senin için acele gelsin, diyorlar dedi ve ekledi; babam, minibüs şoförüne söyledi, onlar da seni bekliyor.
Ne olduğunu anlamamıştım ama, hızlıca, giyinip köy dolmuşunun olduğu yere gittim.
İmam da oradaydı, beni görünce; bizim Şaban aradı, acele daireye uğraman lazımmış, dedi.
Göreve iade edilen 1402’lik arkadaşların bazıları, sıkıyönetim bölgesi dışına gönderilmişlerdi.
İçimden, acaba beni de mi gönderecekler, diye geçirdim.
Kendi kendime fena da olmaz dedim…
İlköğretim Müdürlüğü de, öbür müdürlükleri gibi hükümet binasındaydı.
Dairenin bulunduğu salona girdiğimde, ilköğretimde hizmetli olan Şaban ve bazı arkadaşlar beni bekliyorlardı.
Şaban, hocam telgrafın var, başın sağ olsun, baban ölmüş, dedi.
Bacım Bülbül çekmişti telgrafı.
Telgrafta, “Şükrü Baba’m öldü, gel” yazıyordu.
Tarih, 29 Kasım 1983’dü.
Arkadaşlar, biz dedeme “Şükrü Baba” deriz, ölen babam değil dedem, yanlış anlama olmuş, dedim.
İçlerinden kendini beğenmiş biri, adamın babası ölmüş, hala dedem ölmüş, diyor, diye alay etmeye çalışıyordu.
Fena halde canım sıkılmıştı ama, durum tartışmak için uygun değildi…
Şaban, hocam zaman kaybetmemek için izin belgeni de hazırladık, al yanında bulunsun, belki lazım olur, dedi.
İzin belgesini alıp hemen araba durağına gittim.
Giresun’a haftada iki gün araba kalkıyordu…
Çarşamba günü olduğu için Giresun’a giden araba yoktu…
Eynesil’e gitmem zor olacaktı…
Gümüşhane’ye gitmek isteyen bir arkadaş daha vardı durakta…
Ben yolu biliyorum, Şiran’a kadar gidebilirsek, oradan Gümüşhane’ye araba bulmak kolay, dedi.
Başka çarem de yoktu, iyi dedim, birlikte gideriz…
Bir süre bekledikten sonra Şiran tarafına giden bir minibüs geldi.
Şiran’ın bir köyüne gidiyormuş, şoför, sizi bizim köyün sapağına kadar götürürüm, ondan sonrasına karışmam, dedi.
Arkadaş, gidelim, deyince, atladık arabaya…
Bir süre sonra, şoför, sapağa geldik, size iyi yolculuklar, dedi.
Para vermek istedikse de almadı.
Arkadaş, araba hareket ettikten sonra, bunlar alevi, bunların gözü tok, olur, böyle işlerden para almazlar, dedi.
Alsa iyi olurdu, bizde rahat ederdik, dedim.
Arabadan indiğimizde hava pek soğuk değildi.
Beklemeye başladık…
Aradan bir birbuçuk saat geçtiği halde gelen giden bir araba yoktu…
Sıkılmaya başlamıştık, hava da gittikçe soğuyordu…
Karnımız da iyice acıkmıştı..
Alucra’ya giden araba gelirse, geri dönelim, bu soğukta yaheykele döner yada kurtlara yem oluruz, dedim.
Dedemin öldüğünü unutmuş, kendi derdime düşmüştüm…
Arkadaş, biraz daha bekleyelim, olmazsa, yakın bir köye misafir oluruz, dedi.
Tartışmanın yeri değildi, arkadaşın önerisini mecburen kabul ettim…
O arada Alucra tarafından bir araba sesi gelir gibi olmuştu.
Rüyada gibiydim!
Arkadaş sevinçle araba geliyor, dedi.
Bir umut diyerek sesin geldiği tarafa dönüp beklemeye başladık…
Az sonra araba göründü, plakasından resmi bir araba olduğunu anlamıştık.
Durdurmak için, ikimiz birden el kaldırdık.
Araba yanımıza gelince durdu…