HARMANIN O YANINA
“Fırat kenarında kayık değilsem,
Senden ayrılalı ayık değilem,
Bir çift selamına layık değilem,
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın?
Yaralı gönlümü kimler eğlesin.”
Ortak
25 Ocak 1982 tarihinde atandığım Alucra Karabörk Köyü İlkokulu’nu da birkaç ay çalıştıktan sonra yaz tatiline çıktık, tatil bitiminde de askere gittim.
Bu yüzden yöre halkı ile pek tanışamamıştım.
Askerden geldikten sonra, köylülerle ve Alucralılarla muhabbetimiz giderek artıyordu…
Bu arada o kadar ilginç şeyler yaşadım ki fırsat çıkarsa, onları da anlatırım…
Neyse…
Boş zamanlarda köyün gençleriyle, okul bahçesinde veya uygun alanlarda futbol maçları yapmaya başladık…
Maçlarımız o kadar zevkli geçiyordu ki, sormayın…
Kar yağmaya başladıktan sonra ara verdiğimiz maçlara, zaman zaman kar üstünde devam ediyorduk…
Kar üstünde dediğime bakmayın; zemin, Alucra ayazında betondan daha sert oluyordu…
Bu maçlarda iki genç dikkatimi çekti…
Çok yetenekli ve bir o kadar da ahlaklı gençlerdi…
Birinin lakabı Paşa’ydı, adını unuttum gitti…
Güçlü, dayanıklı, süratli ve oldukça da teknikti…
Öbürü Aziz Yelek…
Aziz, Paşa’dan iki üç yaş ufaktı.
Top Aziz’in ayağına geçti mi, ondan top almak her baba yiğidin harcı değildi…
Hangi yetenekli futbolculara benziyordu?
Aleks, Hagi, Rıdvan, Sergen…
Öyle bir yetenek…
Futboldan ne kadar anlıyorum?
Bu ayrı konu…
O günlerde Giresun Spor Başkanı Alucralı, dahası Karabörk Köyü’dendi…
Ben de buna güvenerek Paşa ile Aziz’i Giresun’a götürdüm..
Giresun’a varınca doğru Giresun Spor Başkanı’nın yanına…
Başkana, heyecanlı heyecanlı durumu anlattım…
Çok memnun oldu…
Bize ikramlarda bulundu…
Bir süre sonra izin istedim…
Yolcu ederken, merak etme, çocuklar benim misafirim…
Pazartesi Alucra’ya gitmeden bana uğra, dedi…
Çok mutlu olmuştum…
İki/üç gün çok güzel hayallerle yaşadım…
Ne hayaller kurduğumu sanırım, üç aşağı/beş yukarı tahmin etmişsinizdir…
Pazartesi günü, Eynesil’den erkenden çıkarak Giresun’a vardım…
Doğruca da başkanın yanına…
Hoş beşten sonra, çocukları bırak, benden bir isteğin var mı, dedi…
Ne isteğim olabilirdi?
Yok dedim…
Çocuklar geldikleri gibi Karabörk’e geri dönmüşlerdi…
Anladığım kadarıyla, başkan bu çocukların elinden tutmak istememişti…
Nasıl olurdu?
Oluyordu işte…
Hayallerim yıkılmıştı…
Yaşadığım bu olay, beni beş/on ihtiyarlatmıştı…
Bizim adam olmamız zordu…
Bazı şeyleri anlatması kolay da yazması zor…
Anlatamadığım kısımları da sizler tamamlayın artık…
Paşa ve Aziz beni bağışlasınlar…
Görevimi yapamamıştım…
Başka Paşa ve Azizler de bağışlasınlar Şükrü Öğretmenlerini…
Hala Türkiye neden kalkınmıyor diye soruyor musunuz?
İki dörtlüğün yazdığım bu güzel Alucra türküsünün son dörtlüğünü de yazarak bitirelim yazıyı:
“Çini tabağım çini,
Yerim ağzın içini.
Dün gece neredeydin,
Gönlümün güvercini?”
(07/03/2019)
Not: Bu yazı, daha önce fesbukta paylaştığım notların gözden geçirilmiş halidir.