MOLA VERELİM DEDİK AMA (1)
Kamil Yılmaz bir ara, bazı arkadaşların, kendisini arayarak verdiğim bilgilerin kaynağını sorduklarını söyledi.
Bunun üzerine ben de yazılarımın satır aralarında, bu sorulara yanıt olacak açıklamalar yaptım.
Anlayanlar anlamış olsalar da kısaca değişik sözcüklerle bir daha anlatayım.
Beni köşe yazısı işine, değerli arkadaşım Ahmet Bilge bulaştırdı…
Galiba iyi de etti.
O’nun sayesinde, hesabını tutmadım ama beş yüze yakın, köşe yazısı yazdım.
Ara sıra can sıkıcı durumlar olsa da yaptığım işten zevk aldım…
Ayrıca, hangi konuda yazarsam yazayım hep sorumlu davrandım…
Okuyuculara saygı duydum…
Elimden geldiğince nesnel olmaya çalıştım….
Dikkatli okurlar, verilen bilgilerin hangilerinin kaynaklardan alınma, hangilerinin araştırma ile elde edilme ve hangilerinin yorum olduğunu çok rahatlıkla anlayabilirler.
Umarım öyle de olmuştur…
Bir arkadaş erken kaybettiği arkeolog arkadaşının arkasından, “Onun mükemmel hayalgücü ve bilgisinden çok fazla yararlandım. Dünyaya, insanlara ve geçmişte yaşamış uygarlıkların kültürüne ve sanatına farklı gözle bakmama ve bunları sevmeme vesile olmuştur. Güzel bir antik yapı ya da eseri gördüğümde heyecanlanmama, nasıl ve hangi ruhla yapıldığını düşünmeme, yine (o) yol açmıştır. (…)” diye yazmıştır.
Sanırım benim bütün çabam, ben ölünce arkamdan, buna benzer konuşabilecek dostlar edinebilmek…
Kim bilir, belki başarabilirim dostlarım!
Velhasıl-ı kelam durum bu, derken; Nihat Öztürk, Yaşar Küçük öğretmenimin geçen haftaki yazıda paylaştığım, “1624 yılındaki baskında Görele ve Tirebolu’da şiddetli çatışmalar olmuş, 70 kadar Kazak kayığı batırılmış, iki deniz aracı ve 200’e yakın esir alınmıştır.
Ne kadar doğru bilemiyoruz ama bugün yöremizde yaşayan bazı ailelerin bu esirlerin
torunları olduğu söylenmektedir…” bilgisinin kaynağını meraketiğini, varsa, o kaynağı öğrenmek istediğini, söyledi.
Al başına iş!
Ben de Yaşar öğretmenimi daha fazla merakta bırakmamak için, uygun bir saatte telefon ederek, bu yazıyı daha önce yazdığımı, şuan için bu bilgileri nereden aldığımı hatırlamadığımı; olasıdır ki Mahmut Koloğlu, Ayhan Yüksel veya Giresun Dergisi’nde çıkan yazılardan not etmiş olabileceğimi, söyledim.
Varsa da başka bir kaynak aklıma gelmiyor….
Sık sık ev taşımak zorunda kalan arkadaşlarım; kitap, dergi, gazete gibi şeylerin taşıma sırasında, nasıl çöp muamelesi görüp çöpe atıldığını çok iyi bilirler….
Bu konu ile ilgili notlarım hangi bir köşede durmuyorsa, olasıdır ki, ev taşırken çöpe gitmiştir…
Ben yine de en kısa sürede, notlarımı elden geçirip, 1624 yılında yöremizde gerçekleşen Kazak baskınları ilgili bilgileri Yaşar öğretmenim ve okurlarım için, bulmaya çalışacağım.
Bunları yazdıktan sonra, tarih deryasında azgın dalgalara kapılmadan biraz sörf yapmak için, tarihin başlangıcına geri dönelim.
Sörfümüzü yaptıktan sonra, tekrar yöre tarihine geri dönebiliriz.
O zaman sörfümüzü başlayalım:
Şu anki bilgilere göre, ilk uygar toplumun, MÖ 3500 dolaylarında Dicle ve Fırat sularının suladığı topraklarda, Mezopotamya’da çıktığı biliyoruz. Mısır Uygarlığı MÖ 3000, İndus(Hind) Uygarlığı MÖ 3000-2500, Orta Asya Uygarlığı MÖ 2500 ve Çin Uygarlığı MÖ 1500 yıllarında ortaya çıkmışlardır.
Orta Asya Uygarlığı hariç-o da araştırma yetersizliğinden olsa gerek- öbür uygarlıkların kendinden önceki uygarlıklardan az veya çok etkilendiklerini biliyoruz.